KÜRT ÇOCUKLARININ ÖLÜMÜNE SEVİNENLERE DAİR KÜÇÜK BİR HATIRLATMA...
Bizim Miraz’ın filmi vardı, Min Dit. Festivalde galasındayım. İlk Kürtçe film diye oynuyor Antalya’da.
Tam arkamda çocuklar var, Kürtler, Diyarbakırlılar, ya da Amedliler.
Arkamda oturuyorlar ve Türkçe konuşuyorlar, aksanlarından mıdır nedir, anladım bunların filmin oyuncuları olduklarını, giyimlerinden belli, döndüm sordum,
“Min Dit” ne demek?
Biri kız biri oğlan, kız olan düşündü ve dedi ki “ben gördüm” ya da “ben görüyorum.”
Hangisi tam doğru bilemiyorum,
Filmin çocuk oyuncuları ama film zaten çocuklar üzerine kurulu.
Sonra basın toplantısı faslı başladı Antalya’da,
Basın odası tıka basa dolu ve insanlar heyecanlı, dışarıda canlı yayın otobüsleri falan var.
O sırada basından bir kadın arkadaşın telefonu çaldı yanımda.
Annesiymiş,
“Neredesin? Sakın o toplantıya gitme! Çok tehlikeliymiş, can güvenliği yokmuş, diyorum sana. Olayların nereye varacağı belli değil, hemen çık oradan, uzaklaş… Otele git, odandan çıkma” Kadıncağız gerilmiş, art arda motor gibi saydırıyor, pistonlar bile bu kadar seri değildir, o derece, neyse kız bir iki bir şey söyledi, “Tamam, çıkıyorum” dedi, sonra da önlere doğru ilerledi, basın görevini ifa etmek için.
Filmi yapanlar masaya oturmuş, çocuk oyuncular da orada, senarist olarak Miraz ve Evrim var, akrabaymışlar, Evrim’in saçları yok, kanser tedavisi görüyormuş, Kemoterapiden saçları dökülmüş, Kürt edebiyatının önemli kadın yazarlarından birisi.
Ateşli bir genç kızımız aldı mikrofonu eline, makyajlı, henüz 25 yaşında ya var ya yok.
Filmde bir bölüm var, orayı anlatmakla işe başladı.
Büyük oranda ailesini kaybetmiş yetim kalmış, sokaklarda yaşayan Kürt çocukları kışın soğuğunda terk edilmiş bir kilise mi desem, yıkıntı bir kalenin ardında kalanlar mı desem, işte öyle bir yerde ateş yakmışlar gecenin soğuğuna karşı. Yaşamaya çalışıyorlar, zaten filmde de bebekken anne babasını kaybettikten sonra ölen bir yavru da var, neyse…
Bunlar ateşin başında türkü söylüyor, Kürtçe.
Şarkının sözünde bir yerde “Neredesin Kürdistan” geçiyor, bu nakarat biçiminde, birkaç kez geçiyor, tabii biz filmi seyrederken yalnızca Kürdistan sözünü anlıyoruz. Ama şarkının sözlerinin Türkçe altyazıyla anlamı da verilmiş. Altyazı dediysem o da ilginç, filmin altyazılarını Hollanda da yaptırmışlar, o yüzden Türkçe karakterlerin bir bölümü yok, mesela ö, mesela ü, bunlar yok, o karakterler yokmuş.
Antalya’da Min Dit ilk Kürtçe film diye oynuyor.
Tartışmalar büyümüş, gündem ısıtılmış, TGRT Haber her zamanki gibi havadan nem kapmış ortalığı kaynatmaya çalışıyor, olmayan haber oluşturmak ve şişirmek de bir beceri ister.
İşte sözü alan bu 25 yaşındaki genç güzel makyajlı kadın arkadaş ateşli bir konuşma yaptı, o türküye sözü getirdi, orada Neredesin Kürdistan geçiyor dedi ve ardından beddua okudu ve çekti gitti, protesto etti: “Dilerim ki ömrünüz boyunca Neredesin Kürdistan diye türküler söylersiniz, biz de vermeyiz, cezanızı keseriz, siz de böyle yokluk içinde ateş başında acılar içinde hep Neredesin Kürdistan diye türkü mü desem ağıt mı desem, onları okursunuz!”
Dedi bunları ve çıktı.
Evrim başladı konuşmaya, o sıralarda babasının kucağında vurulan bir Filistinli çocuk vardı, Türkiye’de gündem olmuştu, gerçekten de militarist ve ırkçı İsrail’e karşı öfke büyüyordu. Sözü Filistin çocuklarına getirdi ve “Onlara bu kadar empati gösteriyorsunuz, Kürt çocuklarını görünce niye hiç duygulanmıyorsunuz, aksine öfkeleniyorsunuz, kızdığınız sinirlendiğiniz İsrail ile böylece özdeşleşmiyor musunuz?”
Dedi ve bir anda seyircilerden ateşli olanlar, onlar başka dediler, ama açıkta yakalanmışlardı, sözün bittiği yerdeydik.
Şimdi bir sembol olan Suriyeli Kürt bir çocuk üzerinden duygusal fırtınalar yaşanıyor, Avrupalı yetkililer bile şaşkın, “Duygularımızla değil aklımızla karar vermeliyiz” diyorlar, insanların fotoğrafı görür görmez içleri kalkıyor, ruhen etkilenmemek imkânsız, öyle ki insan sanki içeriden vurulmuş gibi. Ama hâlâ onun Kürt olduğunu görünce keyfi kaçmayanlar var, neyse…
Ama gelin görün ki Yeni Türkiye Sineması bunları görmezden gelerek ve bir savaş çığırtkanı olan Nietzsche üzerine mavallar okuyarak uzun yılları geçirdi, büyük bir sessizlik ve uzlaşma içinde, düzeni esastan rahatsız edecek her şeyi yok sayarak, teslimiyetin bundan daha net göstergesi olabilir mi?
Türkiye’de insanlara gerçekleri anlatıyorsunuz, olgularınıza inanmıyorlar ve sözlerinize gerçeküstü muamelesi yapıyorlar, insanlar yalanlarından kendilerine bir zırh yapmışlar, onlar tatlı ve korunaklı geliyor. Türkiye at iziyle it izinin birbirine karıştığı, sahtekârın kahraman olduğu bir ülke, tarihsel komedimiz zaten resmi tarihle başlıyor.