Bakanlıktan alınan desteklerle yapılan filmlerin ortak özelliği, bu halka yabancılaşmış ve bu topluma verecek bir şeyi olmayan filmlerden oluşmasıdır.

Genel olarak Üçüncü Dünyada Bakanlık destekleri sektörün halka ve halklara yabancılaşması anlamına gelmektedir. Bu çok ilginç bir durumdur: örneğin geçmişte, 1960-80 arasında Mısır Sinemasına vurulan darbe çok nettir: Kamu destekleri ile giderek halktan daha kopuk bir sinemanın seyircisi ortaya çıktı ve genel düzlemde sektör kaybetti.

Örneğin 1965-85 arasında, Brezilya’da kamu destekleriyle yapılan filmler büyük oranda Cinema Novo siyasal olarak bittikten sonra, darbelerin yıkıntıları arasında, halkla ve sanatla bir ilgisi kalmayan bir sinemanın egemen hale gelmesidir.

Türkiye’de bakanlık destekleri özel olarak 1990’da, yani Yeni Dünya Düzeninin ilan edilmesinden sonra ortaya çıktı: O tarihlerde sinema filmlerimizin büyük bölümü gösterim sürecine bile zor çıkıyordu, derin bir üretim ve gösterim krizi ortaya çıkmıştı. Sinema sektörü gerilerken, dizi sektörü büyüyordu, medya yeni bir alan olarak öne çıkmıştı. Bakanlık destekleri ile yapılan filmlerin yaklaşık çeyrek yüzyıllık tarihine baktığımızda, çok sayıda farklı ismin destekten yararlandığını görüyoruz. Ama genel olarak destekle yapılan filmler kamuya, halka ve topluma yabancılaşma ile sonuçlandı. Sektörün büyümesine ve gelişmesine değil, tam aksine halktan kopmasına ve daha çok halka ulaşamamasına yol açtı. Bu genel tablo içinde, büyük bölümü başarısızdır ve genel olarak festivalde ödül alan filmlerin seyirci sayısı daha da düşüktür. Hatta Bakanlık destekleri ile sinema çalışanlarının ücretlerini alamaması, ücretlerinin düşmesi ve sosyal güvencelerini kaybetmesi arasında bile ters ilişki vardır.

Peki, sinema seyirci sayısı ile halka yabancılaşma + bakanlık desteği net bir tablo mudur?

Hayır değildir, sinema seyirci sayısı, kaliteli filmin ya da gerçek sanat eserinin büyük gişe yapması anlamına gelmez, ama genel düzlemde iyi bir filmin seyirci sayısı belirli bir düzeyin altına düşmez.

Örneğin Vavien gibi çok nitelikli ve toplumsal arka planı olan bir senaryoya dayanan filmin seyircisi 5 ya da 10 bin olmaz, bu kadar düşmez. Ama mesela Mavi Dalga gibi senaryo açısından felaket, toplumsal olarak bırakın önemli olmayı, bir çocuk oyuncağı olan filmin ise ciddi seyirci çekmesi imkânsızdır.

Dünya sineması ile aramızda çok ciddi farklar var, genel olarak son çeyrek yüzyıl içinde, Avrupa ve hatta Üçüncü Dünya Sineması büyük oranda filmleri ihraç etmeye odaklandı, yabancı ülkelerdeki gelirlerini artırmayı hedefledi ve büyük oranda bunu başardılar. Ama Türkiye’de yapılan filmlerin yabancı ülkelerde gösterilmesi, bırakın Türkiye Sineması için bir ihracat kapısını, Bakanlık destekli, çoğu hiçbir ciddi amacı olmadan yapılan yabancı ülkelerdeki Türk Film Günlerine gömülen paraları düşündüğümüzde ithalat yapmış duruma düştük. Türkiye’de bakanlığın farklı kanallardan sektöre akıttığı hara, bir tür haracı ye çeneni kapa vazifesi görmektedir.

Bakanlıktan destek alınan filmlerin durumuna baktığımızda, Avrupa’da hiçbir ülke bizim konumumuzda değildir. Hiçbir ülkeden bu kadar destekli film dünya film festivallerini dolaşmaz ve Türkiye’de bir sistem varmış gibi görünür, Avrupalı “art hause” seyircisi ya da festivaller Türkiye’den gelen filmler için ilk önce “bakanlık desteği” var mı yok mu diye sorar. Hatta Euroimages’tan destek almak için de neredeyse bir ön-şartmış gibi Bakanlık desteğine bakılır. Bütün bunlar Bakanlığın sinemamızın kalbinde olması anlamına gelmez, daha çok Bakanlığın aslında sistemi merkezden sansür-oto/sansür ve sistemin genel eğilimlerini kontrol eden bir yapı olduğu anlamına gelir.
Uluslararası “üne” sahip yönetmenlerimizin film çekmek için Bakanlıktan para istemesi aslında bir ayıp, ama hastalık derecesinde de yaygın bir durum.