Google Play Store
App Store
“Sinema'dan Cin Aynası’na”

MEHMET ÖZÇATALOĞLU


Ercan Kesal adını duyduğum anda iyi bir anlatıcı canlanıyor kafamda. Hekim, senarist, oyuncu olduğu ise sonraları geliyor aklıma. Sanıyorum ki ülke sınırları içindeki birçok insan için de aynı şey geçerli. Yıllar yılı Radikal ve BirGün gazetelerinin Pazar eklerinde yazsa da “Peri Gazozu” adlı kitap onun bu alanda tanınmasını/ bilinmesini sağlamıştır. Sonrasında “Bir Zamanlar Anadolu’da”nın güncesi “Evvel Zaman” ve “Nasipse Adayız”la da bu kimlik perçinlenmiştir. Şimdi de “Cin Aynası” adlı kitabıyla günden güne genişleyen okur kitlesini selamlıyor yazar.

Kitabın ismi ilginç fakat ilginç olduğu kadar da “Peri Gazozu”nu çağrıştıran bir isim olmuş. Zaten özüne bakınca o kitabın devamı niteliğinde bir kitap olduğunu görüyoruz. Sadece burada sinema yazıları biraz daha ağırlıklı gibi. “Cin Aynası”nı tercih nedenini ise şöyle açıklıyor Kesal: “Cin Aynası kitap ismi olarak hep aklımda vardı. Yaman bir öztürkçeci olan Nurullah Ataç sıkı da bir sinema meraklısıdır. Günlüklerinde çık sık gittiği filmlerden söz eder. Üstelik, dönemin koşullarında seyrettiği filmler hiç de yabana atılır cinsten değil. Filmle ilgili yazdığı her eleştiriye, ‘Ben, bu sinema kelimesini hiç sevmiyorum aslında’ diye başlıyor. Önce Kinema ismini öneriyor. Sonra Cinema, sonra kendi ifadesiyle ‘Cinli minli aynalı bir isim olsa. Cin Aynası bile olur’ diyor.” Yazının başında yazar kimliğine vurgu yapmaya çalışsam da daha kitabın adında bu kimlikleri ayrıştıramayacağımızın sinyalini veriyor Ercan Kesal.

Kitabın hemen başında “Neden Yazıyorum” sorusuna yanıt arıyor/veriyor yazar. “Geçmişle ilişkim özlemden daha çok bir keder. Yapabileceklerimiz varken yapamadıklarımızdan dolayı içimden atamadığım suçluluk duygusu ve keder. ‘En azından yazdım işte’ demek için yazıyorum.”

Kitapta yer alan yazıların her birini (burada ilk yayımlanan iki öykü hariç) daha önce de okuduğumu farkettim. Fakat hepsini toplu halde ardı ardına okumak başka bir keyif oldu benim için. Yazıların tümüne baktığımızda yine çocukluğun taşrasının, hekimlik yıllarının ve sinema çevresinde yazıların var olduğunu görüyoruz. Türkiye’nin yakın çağına da tekrar dikkat çeken yazılar bunlar. 6-7 Eylül de var 12 Eylül de. Maraş da var Sivas da var. Uludere de var… Tüm bu tarihlerin içinde yananlardan olduğunu söyleyen Kesal, bir nevi iç yangınlarından kurtulmak istemiş. Daha önce de “Nasipse Adayız” üzerine yazdığım yazının başlığında “Türkiye’nin vicdanı bir yazar” demiştim onun için. Bu kitapla tespitin haklılığını bir kere daha görüyoruz.

Kesal, hayata dair tüm birikimlerini yazılarına yansıtıyor. Böylelikle biz okurlarını da besliyor. Anlatımında üstten bir dil yok. Sıcak, samimi, yalın… Bir Anadolu bilgesi demek istiyorum onun için fakat o denli alçakgönüllü anlatıyor ki adeta ruhu okşuyor. Yine kendi deyimiyle ifade edeyim ki “Kopan yerlerimizi anlatıyor” bu kitapta da. Bu coğrafyanın acıyla yoğrulmuş topraklarından söz ediyor.

Türkiye’nin vicdanı olarak, yeryüzünün vicdanını anımsatıyor bana. Galeano’nun doyum olmaz kitaplarına adeta birer takviye Ercan Kesal’ın anlatıları. Ölüm var bu yazılarda. Zulüm de var. Acı, kötülük de… Fakat direniş de var, insan onuru ve devrimci inat da… “Adamı, Adam Eden Analar” başlıklı yazı ise bugüne değin okuduğum en güzel anne güzellemesidir.

Ercan Kesal’ı okurken şunu da hissediyorum ki acılarla beslenen bir kalemi var. Kederli fakat umutlu yazılar yazmış bizim için. Yaşadıklarımızı unutmamak için tarihe birer not düşmüş.

“Cin Aynası” herkesin, her kesimin kendisine özgü keyif alacağı, belki kendinden bir şeyler bulacağı belki yazılara ve yazılardakine imreneceği bir kitap. Türkiye’nin Galeano’su Ercan Kesal’ın incelikli kalemi ve doyum olmaz anlatımıyla…