Bilindiği gibi sinema diyalektik bir söylem biçimidir. Zıtları bir arada taşır. Hareket olmazsa, film olmaz. Hareketi sağlayan dinamik, zıt ögelerin çatışmasından kaynaklanır. Bu nedenle film öyküleri mutlaka “iyi-kötü”, “zengin-fakir”, “ doğru-yanlış” gibi temel çelişkilerden oluşur. Orhan Kemal’in senaryolarında bu özellikler son derece başarıyla yansıtılır.

'Sinemacı' Orhan Kemal

Salih Bolat

Bir yönetmene ya da yapımcıya bir tanıdığı sorar:

“Film çalışmaların nasıl gidiyor? Son zamanlarda bir film projen var mı?”

Yönetmen ya da yapımcı:

“İyi bir senaryo bulamıyorum. Bulsam, hemen başlarım çekmeye…”

Sinema dünyasında sık karşılaşılan bu diyaloğu belki biz de yaşamışızdır.

Bir görsel kültür dili olan sinemanın en önemli boyutu, en güçlü arka planı, bir yazılı kültür dili olan senaryodur. “İyi bir senaryo bulamıyorum” diyen bir yönetmen ya da yapımcı, bunun bilincindedir. İyi senaryo yazarlarının, daha çok roman, öykü gibi edebiyat sanatlarının yazarları arasından çıktığı bilinir. Orhan Kemal de bunlardan biridir. Üç yüz civarında senaryo yazdığı söylenir. Böyle olmasına karşın, Orhan Kemal’in sinemacı yanı pek gündemde yer almaz. Oysa Orhan Kemal yüzlerce senaryo yazdığı gibi, 1963 yılında, kendince iyi bir senaryo yazarı olmanın ipuçlarını verdiği, deneyimlerini aktardığı, “Senaryo Tekniği” adlı bir kitap bile yazmıştır. Bu kitaba yazdığı önsözde, bir arkadaşının önerisiyle, kafasında senaryo yazma düşüncesi biçimlenmeye başlar. Senaryoyla hiç ilgilenmemiştir ama iyi bir roman ve öykü yazarı olması, bu işin üstesinden gelmesinde çok yararlı olacaktır. İşe “treatment” yazmakla başlamalıdır. Bunun ne olduğunu sorar arkadaşına, o da “yâni konunun, temanın sinemaya göre düzenlenmiş hikâyesi.” diyecektir. Orhan Kemal’in arkadaşının burada “konu” dediği şey, aslında senaryoda “anlatılan” şeydir, yani filmin öyküsüdür. Orhan Kemal zaten iyi bir anlatıcıdır.

Anlattıkları da yaşamın içinde karşılığı olan olaylardır. Karakterleri gerçektir. Diyalogları son derece inandırıcıdır. Bir yazar olarak keskin bir gözlem gücüne sahip olması, insanları betimlerken iç ve dış özelliklerinin izleyicide ve okurda, “hakikat duygusu” oluşturmasıdır. Bu da bir kurmacanın kalitesinin en önemli göstergesidir. Karakter yaratma ustası olarak Orhan Kemal, karakter yaratma tekniklerini ustalıkla kullanır. İşte, “doğrudan betimleyerek yaratma”, “yan karakterlerin tepkileriyle yaratma” ve “bireyin olaylar karşısındaki tepkileriyle yaratma” gibi teknikleri ustalıkla kullanır.

Diyalog yazmak, hem edebiyat sanatlarında hem sinemada en zor konulardan biridir. Karakterleri canlandırmak, öyküyü anlaşılır biçimde izleyiciye aktarmak için diyalog çok önemlidir. Öykünün temel düşüncesinin izleyiciye ya da okura aktarılmasında da diyalog çok önemlidir. Ayrıca diyalog öyküyü geliştirir, karakterlerin eğitimleri, sosyal statüleri gibi onları belirleyen özellikleri yansıtır. Diyalog senaryonun akışını da etkiler.

Bilindiği gibi sinema diyalektik bir söylem biçimidir. Zıtları bir arada taşır. Bunun nedeni, filmin sahneden sahneye, plandan plana geçerek sürekli akmasıdır. Film öyküsünün bütün ögelerinin uyum içinde, uzlaşmış olduğu durumlarda akış söz konusu olamaz. Hareket olmazsa, film olmaz. Hareketi sağlayan dinamik, zıt ögelerin çatışmasından kaynaklanır. Bu nedenle film öyküleri mutlaka “iyi-kötü”, “zengin-fakir”, “ doğru-yanlış” gibi temel çelişkilerden oluşur. Orhan Kemal’in senaryolarında bu özellikler son derece başarıyla yansıtılır.

Sinemada, gerçek yaşamdan farklı olarak, diyaloglar son derece yalın, dolaysız, gereksiz dil bağlamları içermeyen bir özellik taşımalıdır. En eğitimsiz bir karakter bile çok düzgün konuşmalıdır. Çünkü izleyici olaylara kendi gözleriyle değil, kameranın gözleriyle tanıklık etmektedir. Kamera da olayları “110 dk.”, “200 dk.” gibi belli bir zaman sınırı içerisinde aktarmak zorundadır. Olayları geriye sarmak da mümkün değildir. Bu nedenle dil ekonomisi çok önemlidir. İşte bu noktada “şair Orhan Kemal” in Nazım Hikmet’ten aldığını söylediği şiir terbiyesi etkili olur. Gerçekten de Orhan Kemal’in öykülerinde fazla, gereksiz dil bağlamları, anlaşılmaz dil kullanımları bulunmaz. Cümleler için ne kadar sözcük gerekiyorsa o kadar sözcük kullanılır.

Orhan Kemal, Nazım Hikmet’le birlikte beş yıl kaldığı Bursa cezaevinden 26 Eylül 1943’te ayrılmadan birkaç gün önce, yazdığı bir şiiri Nazım Hikmet’e okuyacaktır. Nazım Hikmet’in ağlayarak dinlediği şiirin son dizelerinde Orhan Kemal şu ifadeleri kullanmıştır:

“…
Dünyayı ve insanlarımızı sevmeyi senden öğrendim,
Hikâye, şiir yazmayı
Ve erkekçe kavga etmeyi senden!”

Orhan Kemal’in sinema ile ilişkisi, kendisinin senaryo yazması dışında, onun romanlarının ve öykülerinin sinemaya uyarlanması ile de yoğunluk kazanır.

Eserlerinde diyalogları çok iyi kullanması, karakterleri doğrudan betimleyerek değil de daha çok olaylar içindeki tepkileriyle yaratması, sinemaya uyarlanmasını kolaylaştırmıştır. Görsel bir etkinlik olan sinema, özellikle yazınsal bir etkinlik olan roman türünü kendi diline uyarlarken, romanın yazılı dilini doğalcı bir yaklaşımla görsel dile çevirmekle yetinmez, yönetmen aracılığıyla zaman zaman yorumlayarak, görsel dile uyarlar. Bu uyarlama, dilsel imgenin, görsel imge düzeyine taşınmasıyla gerçekleşir. Dilsel imge, anlamın insan zihnindeki görsel tasarımının dil içerisinde yansıtılmasıdır; görsel imge, anlamın yaşantıyla yansıtılmasıdır. James Monaco, “Bir Film Nasıl Okunur?” adlı kitabında, romanın tarihinden okur-yoğun tarih olarak bahsedebileceğimizi, yani romanın, okurların kapasitelerinin gelişimiyle yakın ilişki içinde olduğunu belirtecektir. Oysa sinemanın tarihinin teknoloji-yoğun bir tarih olduğunu öne sürecektir. Sinemanın daha çok teknik kapasiteye bağlı olduğunu. İzleyicinin kapasitesinin, sinemanın gelişimini fazla etkilemediğini vurgulayacaktır. Bu açıdan baktığımızda, dolaylı alımlama ilişkisine dayanan roman-okur ilişkisi zihinsel bir performans gerektirmektedir. Oysa sinema-izleyici ilişkisinin dolaysız alımlama süreci “okuma”ya değil, “görme”ye dayandığından, böyle bir performans gerektirmez. Böylece Orhan Kemal’in eserleri daha geniş bir kitlenin kültürlenme sürecinde yerini almıştır ve alacaktır.