Gitmeyi en sevdiğim Polonya, Wroclaw kentinde gerçekleştirilen 15. Yeni Ufuklar Festivali’nden seçmeler

Sinemanın ‘Yeni Ufuklar’ı

Polonya’nın Wroclaw kentindeki Yeni Ufuklar ya da orijinal adıyla Nowe Horyzonty en sevdiğim film festivali galiba. Üçüncü kez gitmem bu yüzden. Festival hem birçok iyi filmi kolaylıkla seyretme olanağı sunuyor hem de her akşam toplanılan Arsenal adlı mekanında sosyalleşme olanağı yaratıyor. Daha başka ne ister insan? Pere Ubu, Yasmine Hamdan konserleri gibi ekstra etkinlikler de cabası.
Aşağıda seyrettiğim filmlerden beşine değiniyorum:

>>MUSTANG

Deniz Gamze Ergüven’in ilk filmi Mustang, ilk filmlere özgü hastalıkların bütün semptomlarını taşıyor. Bir genç kız olarak büyümek zor iş bu coğrafyada, Ergüven de sanki bütün olası olumsuzlukları ilk filmine doldurmuş. Trabzon’un bir kasabasında annesiz babasız kalmış, babaanneleri ve amcalarının yanında yaşayan beş kız kardeşin hikâyesini anlatıyor Mustang. Kızkardeşler bir gün bırakın taşrayı, ancak sosyete partilerinde görülebilecek bir şey yapıyorlar ve okul kıyafetleri içinde erkek arkadaşlarıyla birlikte denize girip, deve güreşi oynuyorlar. Kızların bu “masum” ama yöreye göre ekstrem davranışları karşılığını buluyor ve evde sıkıyönetim ilan ediliyor. Filmin kalanın da kızlar onları önce zapt etmek sonra da evermek isteyen amcayla babaannenin mücadelesi ile anlatılıyor.

Kız kardeşlerin büyüme öyküsü taşıyamayacağı kadar çok konu içeriyor: çocuk gelinler, aile içi cinsel ilişki, genç kız intiharları ve “ileri derecede anal seks”e kadar her şey var bu filmde. Aile içi cinsel ilişki başlı başına kocaman ve ağır bir konu ama filmde yaşanan bir sürü olay arasında kaynayıp gidiyor. Diğer bütün konularda da durum farklı değil. Hiçbirinin bir ağırlığı yok.

Filmin oyuncuları seslerini kullanmayı bilmiyorlar. Müsamere vurgularıyla konuşuyorlar. Ama bunlara rağmen, Mustang’ın genç kız dünyasına pek rastlamadığımız bir bakış getirdiğini söylemek mümkün. Bazı komik ve dokunaklı anları da var. Fransa’da 400 bin civarında seyirci çeken, Polonya’da ticari gösterime girecek olan ve birçok ödül alan Mustang’ın seyirciyi tavlayan bir yanı var. Filmin sonunda seyircinin alkışları da bunun kanıtıydı. Genç kız dünyasının mahremini ve isyanını sergilemesi filmi çekici kılıyor. Biraz röntgenci duygulara hizmet ediyor, bir yandan da isyanı onaylıyor. Sonuç olarak bir “kendini iyi hisset” filmi Mustang. Ergüven ilk filmiyle başarıyı yakaladı, tebrik ederiz. Zeki abi ne der bilemem ama taşrada büyüyen genç kızlar üzerine daha iyi filmler yapıldı ülkemizde. Keşke onlar da Mustang kadar ilgiye mazhar olabilselerdi.

>>EVVELDEN

Birkaç yıldır bir Lav Diaz aşağı, Lav Diaz yukarı sürüp gidiyor, film festivalleri aleminde. Diaz, Filipinli bir yönetmen ve ‘Kış Uykusu’nu kısa film kategorisine sokacak uzunlukta filmler çekiyor. Şaka değil, 10 saati bulan bir filmi var mesela Diaz’ın: ‘Bir Filipin Ailesinin Evrimi’ tam 593 dakika uzunlukta. Yeni Ufuklar’daki 2014 tarihli filmi ‘Geçmişten Kalan’ ise 338 dakikalık süresiyle Diaz standartlarında orta metraja tekabül ediyor. Diaz’ın adını duyurmasını sağlayan bir önceki filmi ‘Norte, tarihin sonu’ 250 dakika uzunluktaymış mesela.

Diaz’ın 5,5 saatlik Locarno fatihi bu filmini seyrederken, her an uyanık olmadığımı itiraf edeyim. Bana çok bir şey kaybetmişim gibi gelmese de filmi değerlendirmemde bu eksiği devre dışı bırakamayız. Film, Ferdinand Marcos’un iktidara geldiği günlerde geçiyor. Devlet şiddeti, komünistlerin ve sosyalistlerin başına çöküyor ama filmin asıl derdi bu siyasal süreci anlatmak değil. Hatta sıkıyönetimin ilanı ve paramiliter devlet çetelerinin yörenin hayatına bir kâbus gibi çöküşü filmin ancak sonlarında ortaya çıkıyor. Filmin asıl derdi, bir köyde yaşayan insanların hayatından bir kesit sunmak. Peki bu kesiti görmek için bu kadar saat salonda oturmak gerekli mi? Bence değil. Diaz, karakterlerini birbirleriyle tartışmaya soktuğunda klişelere takılıp kalıyor. Filmin orijinalliği uzunluğu. Diaz, zamanı biraz daha ekonomik kullansa ve biraz daha orijinal diyaloglar yazsa keşke. Bir de Diaz’ın ideolojik duruşunda bizim bir zamanlar AKP’yi anti-militarist olduğu zannıyla destekleyenlerdeki tavrı gördüm. Filmde kesin bir anti-militarist duruş var ama bu duruşun ardında devlet şiddeti karşıtlığı dışında bir şey yok. Sıkıyönetimin nedenlerini anlamadığımız gibi, isyancıları da hiç tanımıyoruz. Devletin çetelerine tek karşı çıkan da bir rahip. Çeteler ise psikopatlardan oluşuyor gibi. Kısaca bu kadar uzun film yapıp bu kadar az ve kısmen yanlış şey söylemek tuhaf.

>>AFERİM!

Radu Jude, Romanya sinemasının iyi yönetmenlerinden biri, en çok tanınanlarından olmasa da. Gerçi son filmi ‘Aferim’le bu da değişmeye başladı. Berlin’de en iyi yönetmen ödülü aldı Jude. ‘Aferim’, Osmanlı topraklarında, Romanya’da geçiyor. Filmin kahramanları bir tür eski zaman jandarması ve oğlu. Baba oğul birlikte bir boyar’ın (yerel toprak ağası) kaçak Çingene kölesini arıyorlar. Boyar’a göre kaçak köle hırsızlık yapmış; köleye göre ise, suçu boyarın karısıyla, kadının isteği üzerine yatması. Son derece adaletsiz ve korkunç bir dünya Jude’nin çizdiği. Osmanlı atalarımızın da pek sevilmediği bu topraklarda, insanlar pazarda beni satın alın, ben şahane bir köleyim diye müşteri arıyor, boyarlar hizmetlerindekilere acımasız işkenceler yapıyor, köylüler ise birbirlerini satma yarışında. Yine de bir umut, bir iyilik kırıntısı var. Jude sanırım bu hikayeyi, bakın pek bir şey değişmediyse de biraz daha iyi olabiliriz demek için yapmış. Festivalde gördüğüm en iyi filmdi Aferim. Hem oyunculuklar, hem de dönem atmosferi mükemmeldi.

>>ARAP GECELERİ I: HUZURSUZ

Miguel Gomez, Tabu’nun Berlinale başarısından sonra sinemaya 3 bölümlük Arap Geceleri’yle döndü. Fakat film Tabu’nun devamı olmaktan çok, yönetmenin ilk filmi ‘Sevgili Ağustos Ayımız’a benziyor. Gomez, bu kez Portekiz’in içinde bulunduğu ekonomik krizi, 1001 Gece Masallarından aldığı hikâyelerle harmanlayıp, kategoriler dışı bir filme imza atmış. Gomez’in, her yol uyar tavrı, belgeselden komediye sıçrayışı keyifli. Fakat filmin diğer 2 bölümünü de seyretmeden karar vermem zor. Eğer ilki gibiyseler, doğrusu aynısından iki tane daha izlemek istemem. Ama duyduklarım öyle olmadıkları yönünde. Kimi daha çok beğenmiş, kimisi daha az. Bakalım, göreceğiz.

>>FASSBİNDER: KARŞILIK BEKLEMEDEN SEVMEK

Festivalin en iyilerinden biri de Fassbinder üzerine bu belgeseldi. Yönetmenle yapılmış uzun bir röportajı içeren filmde, Fassbinder’in ekibinden başka birçok kişinin de görüşleri vardı. Lars von Trier’le bazı ortak noktaları olduğunu düşündüm Fassbinder ruh halinin. Çocukluktan kalan kapanmayan yaralar iki yönetmende de belirleyici sanki… Fasbinder’in çocuk arzusu ise çözemediğim bir yanı olarak kaldı filmden. Bu belgeseli bir de daha dinlenmiş bir halde seyredebilirim umarım.