‘Türkiye’de Sinema Sansürünün Tarihi’ kitabı 1932-1988 yıllarında yürütülen kurallara ışık tutuyor. Öztürk, Türkiye’de ağırlıklı olarak cinsellik, müstehcenlik, çıplaklık gibi konularda sansür uygulandığını söylüyor.

Sinemaya ‘Genel Ahlak’ sansürü

Murat TIRPAN

Telif Hakları Genel Müdürlüğü’nün arşivindeki tüm sansür karar defterleri gün yüzüne çıktı. Ruken Öztürk ve Ali Karadoğan’ın hacimli çalışmasında Türkiye’deki sinema sansürünün izini sürmek verilen ilginç kararların, zaman içerisinde değişen hassasiyetlerin, sansürcülerin ciddiyetlerinin izini sürmek mümkün… Öztürk ve Karadoğan ile konuştuk.

Sansür Karar Defterleri Projesi Türk sinemasında sansürün izini sürmek açısında ve elbette sinema tarihi külliyatımız için çok önemli bir çalışma. Eserin nasıl ortaya çıktığından bahsedebilir misiniz?

Ali Karadoğan: Sansürle ilgili çalışma hep ilgimizi çekmiştir ama bütünlüklü bir malzeme hiç yoktu. Sinema tarihiyle ilgilenmemiz nedeniyle hep bir şekilde karşımıza çıkan bir konuydu. Açıkçası Telif Hakları Genel Müdürlüğü’nden Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne sinema alanının hocaları ilgilenir mi diye geldi konu. Biz de ilgilenmez miyiz hemen kabul ettik, böylesine bir arşivi görmek bile bizim için büyük bir şanstı, arşivi gördüğümüzde de malzemenin zenginliğinden etkilendik. İki tam yılımızı buna ayırdık, sinema anabilim dalının iki hocası olarak çalışmaya başladık hemen.

‘GENEL AHLAK’ KURALLARI

Genel olarak karar defterlerinden öğrendiğimiz nedir? Türkiye’de sansür kararları daha çok hangi kıstaslara göre verilmiş?

Ruken Öztürk: Ağırlıklı olarak "genel ahlak" başlığı diyebiliriz, yani içine cinsellik, müstehcenlik, çıplaklık, dans gibi konular giriyor. Ama bununla birlikte güvenlik güçleri ile ilgili konular olduğu gibi sınıfsal meseleler, yoksulluk, zenginlik gibi toplumsal meseleler, etnik sorunlar da konu edinilmiş. Dinlere ilişkin kararlar da bu defterlerde önemli bir başlık olarak karşımıza çıkıyor. Kararların içerdiği her konuyu başlıklandırarak defterlerin tematik yapısını tam olarak yansıtmaya çalıştık, bu nedenle başlıklar bir hayli uzayıp gitti… Her ciltteki içindekiler kısmı yaklaşık 20 sayfa, kitabın içindekiler sayfalarına bakmak bile yeterli bu kapsamı görmek için. Sansür karar defterlerinden öğrendiğimiz temel şey ise Türkiye’nin toplumsal hayatıyla ilgili hemen hemen her şeyin bir şekilde “sakıncalı” görüldüğü ve yasaklamakta hiçbir sakıncanın görülmediği ve bunun yıllarca aynı biçimde sürdüğü… Tabii bir de sansür kurulunda çalışan insanların işlerini çok ciddiye alarak yapmaları…

Peki 40’lı yıllardan 88’deki son deftere kadar gerek kararların içeriğinde gerekse yöntemde bir değişim söz konusu mudur?

R.Ö.: İçerikteki yoğunluk değişiyor zaman zaman. İlk yıllardaki “bey”, “beyefendi” gibi ifadelerin de çıkması istenirken son yıllarda böyle bir şeye takılmıyorlar elbette. 1930’larda soyadı kanunu, şapka kanunu, Türkçenin kullanımıyla ilgili konular öne çıkarken 1940’larda komünizm meselesi ağırlık kazanmış, 1950’lerde hem yoksulluk hem sınıfsal konular hem de cinsellikle ilgili birçok şey sansüre uğramış. 1950’lerdeki kararların büyük bir kısmı gelecek on yıllardaki kararların da bir prototipidir. Sadece o zamana ait yeni konular eklenerek genişlemiştir. Bu yıllarda çıplaklık içeren her türlü sahne (kadın karakterlerin bütünüyle çıplak olarak görüldüğü ya da vücutlarının “mahrem” yerlerinin göründüğü sahneler), erkek ve kadın hamamları ve hamamlarda yıkananları gösteren, “şehveti tahrik eden”, dans, sevişme, bar, plaj sahneleri “müstehcen” bulunduklarından çıkarılmaları istenmiş ya da “müstehcen” olmamaları şartıyla izin alabilmiştir. Kadın karakterin memelerinin göründüğü sahnelerle, yatakta çıplak yatılan sahneler ve eşcinsellik iması içeren sahnelerin filmlerden çıkarılması istenmiş. Cinsel saldırı içeren sahnelerin büyük bir oranda filmlerden ya çıkarılması istenmiş ya da eylemlerin bütününün gösterilmemesi şartıyla filmlere izin verilmiştir. Müstehcen olduğu düşünülen oryantal dans sahneleri, göbek atma sahneleri, kucaklama sahneleri, kadın karakterlerin iç çamaşırları ve mayolarıyla göründüğü sahnelerin ve revü, randevu evi, bar, pavyon gibi mekanlarda geçen sahnelerin çıkarılması istenmiştir.

sinemaya-genel-ahlak-sansuru-1003872-1.

1950’li yıllarda “Kürtçe” ve“Kürt” kelimeleri de sansüre konu olmuştur. Hoş Gör adlı filme “Hamalın üç adım saydığı sahnede (“yek, dü, se”) diye Kürtçe saymaların çıkarılması şartıyla halka gösterilmesinde sakınca olmadığına oybirliği ile” onay veriliyor. 1960’larda ise Sovyetler Birliği ve komünizmle ilişkili konular ve kişiler de sansüre uğrar. Zamanla yönetmelikler de değişiyor, örneğin 1977’de 18. Maddede ayrı ayrı fıkralar (genel ahlak, din, askerlik vs) ya da 1983’te 19. Maddede aşağı yukarı benzer olan maddeler (cinsellik, içki-kumar, şiddet, suç vs) çok ayrıntılıyken 1986’da 9. Madde her şeyi tek cümlede toplamaya çalışıyor. Dolayısıyla cinsellikle ilgili bir şeye takılıyorsa kurul zaman zaman atıf yapılan madde değişmiş oluyor, ama sansür mantığının genel çerçevesi hiçbir biçimde değişmeden kalıyor.

GRUP DİNAMİĞİ ÖNEMLİ

A.K: Bu karar defterlerinde varılan hükümlerde bir keyfilik olup olmadığını söyleyebilir misiniz?

Kararların çoğunda ilgili belgelere, yönetmeliklere, nizamnameye atıf yapılsa bile orada bile komisyon üyelerine göre farklı tavırlar olabilir, kimi daha yumuşak olabilir, kimi en sert şekilde yorumlayabilir, grup dinamiği de önemli. Sansür dediğiniz şey diyelim ki tek cümleyle “genel ahlaka uygun olmalı” dedi, sizin anladığınız genel ahlak ile bir başkasının anladığı farklı olabiliyor. Diyelim ki dans sahnelerinde kadınların açık giyinmemesi, bedenlerinin açıkça gözükmemesi isteniyor, ama bir film için daha yumuşak diğer film için daha sert bir ifade de kullanılabilir. Tabii bunun eserdeki karşılığı da farklı olabilir, bir yönetmen o sahneyi tamamen çıkarır, bir başkası az da olsa dansözü gösterir. Ama sonuçta bu sahneye takılıyorlar mı evet takılıyorlar. Hatırlayın 80’lerde televizyonda yılbaşında dansöz çıkacak mı tartışmasını, bu kararları okuyan ve döneme tanıklık etmiş kişilerin aklına bu olay, bu anlamda tanıdık gelebilir belki.

Sansürün izini bu defterlerde sürerken sinema tarihimize dair önemli ya da ilginç bilgilerle karşılaştınız mı?

R.Ö: Aslında hepsi bir bakıma ilginç değil mi, eski bir kitabımıza atıf yaparsak çok tuhaf ama çok da tanıdık. Çok absürt kararlar var ya da müstehcenliğe dair ret ya da şartlı kabul kararı yazarken kararın dili müstehcen oluyor, uzun uzun tasvirler filan. Bülent Ersoy kararı da bugünden bakınca büyük bir insan hakları ihlali. Filmin kararında “Acı Ekmek filmi hakkında kendisi yasal olarak erkek olduğu halde filmde baş kadın rolünü Bülent Ersoy’un oynaması ve filmde bir aile hayatını tüm özellikleri ile sergilemesi, süt annelik yapması ve bir erkek tarafından tecavüze uğraması, ailenin, dolayısıyla toplumun temel yapısına, ahlaki değerlerine, adap ve terbiyeye, aile yaşamı anlayışına ters düştüğü, bu sebeple gençler üzerinde özendirici olumsuz etki yapacağı, cinsel konuları ahlak ve adaba aykırı biçimde işlediği düşünülerek” oybirliğiyle filmin halka gösterilmesinde sakınca buluyorlar. Belki ilginç kararlardan biri Zülfü Livaneli’yle ilgili olandır… Büyük İkramiye adlı senaryonun kararında “Zülfü Livaneli’nin sözsüz müziğinin bütün bölümlerinden” çıkarılması istenmiştir.