Geçen aylarda, Said Nursi’nin bir öğrencim tarafından tamamen yanlış anlaşılmış bir sözünü araştırırken ilginç bir yazıya denk geldim. Önce Nursi’nin sözünü aktarayım: “Ara sıra sinemaya -ibret için- gittiğimden bana İstanbul içindeki insanlar, o dakikada sinemada geçmiş zamanın gölgelerini hazır zamana getirmek cihetiyle ölmüş olanları ayakta gezer suretinde gösterdiği gibi, aynen ben de o vakit gördüğüm […]

Geçen aylarda, Said Nursi’nin bir öğrencim tarafından tamamen yanlış anlaşılmış bir sözünü araştırırken ilginç bir yazıya denk geldim. Önce Nursi’nin sözünü aktarayım: “Ara sıra sinemaya -ibret için- gittiğimden bana İstanbul içindeki insanlar, o dakikada sinemada geçmiş zamanın gölgelerini hazır zamana getirmek cihetiyle ölmüş olanları ayakta gezer suretinde gösterdiği gibi, aynen ben de o vakit gördüğüm insanları ayakta gezen cenazeler vaziyetinde gördüm.” Öğrencimin doğruca Nursi’den değil de sinemayla ilgili bir kitaptan aktardığı için gerisini bilmediği cümlenin devamı şöyle:”Hayalim dedi ki: Madem bu kabristanda olanlardan bir kısmı, sinemada, gezer gibi görülüyor; ileride katiyen bu kabristana girecekleri, girmiş gibi gör. Onlar da cenazelerdir, geziyorlar.”

Tüm dilsel öğeleri birbirine girmiş bu tuhaf cümlelerde Nursi aslında sinemayla ilgili bir şey söylemiyor, insanların ölümlülüğüne ve ‘ahiret hayatı’na dair bir söylem geliştirmek için sinemadan yararlanıyor sadece. Dinsel retoriğin sanat ve bilimle ilişkisi genellikle böyle bir araçsallaştırmaya dayalıdır zaten, ‘şeriat hedefine ulaşmak için binilen demokrasi tramvayı’ örneğindeki gibi…

Neyse, Nursi’nin bu ifadeleri yazdığı bağlamı araştırırken, Ekim 2011’de yeniasya.com.tr’de yayımlanmış Zübeyir Ergenekon imzalı “Risale-i Nur Eksenli Bir Sinema Eleştirisi” başlıklı yazıyla karşılaştım. Nursi’nin kitaplarından alıntılar ve epey soyut örnekler eşliğinde batının ve sinemasının ne kadar ahlaksız olduğunu anlatmaya çalışan Ergenekon şöyle diyor: “Bugün hemen her filmde kötüyü anlatmak için kötü sahnelerin filmde bol bir şekilde yer aldığını görüyoruz. Kötüyü, batılı, yanlışı ve ayıbı detaylarıyla anlatmak ise Risale-i Nur’a zıt olduğu gibi, insaniyete de zıttır. Filmlerin bu yönü de hakikat mesleğine münafidir, terstir.“

Nursi ve müritlerinin varlığından habersiz pek çok kuramcının film izlemeyi bir tür dinsel ayin olarak tanımladığı çalışmalar var. Örneğin, 2003 tarihli Film as Religion: Myths, Morals, and Rituals (Din Olarak Film: Mitler, Ahlak Kuralları ve Ritüeller) adlı kitabında John Lyden, ‘60larda yapılmış bazı etnografik çalışmalardan yola çıkarak, film izleme ritüeliyle Bali yerlilerinin dinsel törenlerinin nasıl örtüştüğünü örnekler. Clive Marsh 2004’te yayımladığı Cinema and Sentiment: Film’s Challenge to Theology (Sinema ve Hissiyat: Filmin Teolojiye Meydan Okuması) bu durumu daha da somutlaştırarak filmlerdeki diyalogların seyirci algısında nasıl bir dinsel deneyime dönüştüğünü açıklamaya çalışır.

Böyle işte, bir yanda kuramcılar insanın doğayı algılama süreçlerindeki ilkel duyusallığın ‘seyir etkinliği’nde nasıl hâlâ etkin olabildiğini çözümlemeye çalışırken diğer yanda sinemanın doğrudan bu ilkellikle üretilip algılanmasının yarattığı ‘uygulamalı trajikomik’ bir durum var (yine Ergenekon’un yazısından): “Cinsî arzuların tatmini yönü ise, Avrupa Medeniyetinden ders alan insanların hedefi olması noktasından filmlerde bolca yer alması oldukça düşündürücüdür. Her filmde gayr-i meşru ilişkilere sıkça rastlanmaktadır. Öyle ki, Pixar yapımı, Walt Disney tarafından dağıtımı gerçekleştirilen, 2006’da yayımlanan Amerikan güldürü ve animasyon filmi olan Arabalar (Cars)’da dahi insana özgü olan bir takım gayr-i meşru haller arabalar arasında gösterilmiştir. Aynı şekilde hayvanların yer aldığı animasyon filmlerinde de cinsel içerikli birçok konuşmaya rastlanmaktadır.” Yani bir çizgi filmdeki ilişkilerin bile belli ritüeller -örneğin nikah- uygulanarak meşrulaştırılması gerektiğini düşünen bir zihniyetle karşı karşıyayız -zinakar arabalar Şimşek McQueen ve Sally için bir çizgi cehennem de var mıdır acaba?