AKP hükümeti engellemeye çalışsa da direniş büyüdü. TEKEL Direnişi, tüm bu faktörlere karşın sosyal ve ekonomik hak mücadelelerinin sınıf ekseninde bir araya gelmesinde önemli bir tarihsel deneyimdir.

Sınıf ekseninde hak mücadelesi

Atilla ÖZSEVER

TEKEL Direnişi birçok sorunu su yüzüne çıkardı. Özelleştirme politikaları için yaratılan illüzyon dağılırken, sendikaların bürokratikleşmiş yapıları da gözler önüne serildi. Sendikal hareketin mücadelesinde yeni bir hat çizme gerekliliğine dair tartışmalar da beraberinde geldi. Çalışma Ekonomisi Uzmanı Atilla Özsever yazı dizimizin bugünkü bölümünde TEKEL Direnişi’nin sendikal yönüne, güvencesizleşme karşıtı mücadeleye ve bugün için çizilmesi gereken mücadele hattına ilişkin yazdı.

TEKEL işçilerinin 15 Aralık 2009 tarihinde başlayan ve 78 gün süren direnişi, esas itibariyle güvencesiz çalışma koşullarına karşı bir mücadeleydi. Tütünün özelleştirme süreci, ilk kez 1980’lı yılların ortalarında Özal döneminde başladı ve 2001 yılında önemli bir aşamaya ulaştı.


Dünya Bankası’ndan “transfer” edilen ve 2001 yılındaki Ecevit Hükümeti’nde Devlet Bakanlığı görevini üstlenen Kemal Derviş’in de büyük katkısıyla TEKEL parçalanıp özelleştirildi. Böylece TEKEL’in özelleştirilmesinin önündeki yasal engeller, 4733 sayılı Tütün Kanunu ile kaldırılmış oldu.

Kasım 2002’de AKP işbaşına geldi. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın 2009 yılındaki kararıyla Türkiye genelinde bulunan 60 yaprak tütün fabrikasının kapatılarak 10 bin TEKEL işçisinin 4/C adı verilen geçici personel statüsüne geçiş olanağı sağlandı. İşçilerin iş akitleri, 31 Ocak 2010 tarihi itibariyle feshedilerek bu yeni statüye geçmesi istendi.

657 sayılı kanuna göre 4/C statüsünde çalışan geçici personel, iş garantisi olmayan, ücretleri yarı yarıya düşen, düşük ücret nedeniyle düşük emekli aylığına mahkûm edilen, kıdem tazminatı ve benzeri ödemelerden yoksun kalan ve toplu sözleşmeli grev hakkı bulunmayan güvencesiz bir kesimi oluşturuyordu.
TEKEL işçisi bu sürece karşı çıktı. Ankara’daki eylemleri sırasında polisin biber gazlı, coplu çok ciddi bir müdahalesine maruz kaldı. Zor kış koşullarında Türk-İş Genel Merkezi önünde naylon çadırlar kurarak direnişe başladı. Tek Gıda-İş Sendikası’na üye olan TEKEL işçilerinin mücadelesi belli bir aşamaya gelince AKP hükümeti, 4 Şubat 2010 tarihli bir Bakanlar Kurulu kararıyla 4/C’nin koşullarında iyileştirmeler yapmaya kalkıştı.

Ancak bu iyileştirmeler yeterli değildi. İşçiler direnişe devam kararı aldı. Bu arada Tek Gıda-İş Sendikası da, 4/C statüsünün Anayasa’ya aykırılığı iddiasıyla yüksek mahkemede dava açtı.


GÜVENCESİZLİĞE KARŞI

TEKEL Direnişi’nin güvencesiz çalışmaya karşı sürdürülen mücadelesi, şu başlıklar altında toplanabilir:

a) Bu direniş, 4/C statüsünü temelden reddederek güvencesiz çalışmanın ne tür bir çalışma biçimi olduğunu somut olarak topluma gösterdi.

b) 2005 yılında 52 gün süren SEKA direnişinde 4/C’nin reddedilme talebi yoktu. TEKEL Direnişi, SEKA eyleminden farklı olarak güvencesiz çalışmayı ön plana çıkardı.

c) Yine bu direniş, güvencesizlik karşıtlığı ile yeni çalışma rejimine karşı sınıf içi parçalanmayı gidermeye çalıştı. Sadece TEKEL işçilerinin değil itfaiye çalışanlarının, özel dershanelerde görev yapan ve ayrıca kamuda ataması yapılmayan öğretmenlerin, set işçilerinin, taşeron şirketlerinde görevli sağlık çalışanlarının hatta özel sektörde kısmi güvenceli statüde çalışanların da ortak bir mücadele hattında birleşmesinin gerekliliğini ortaya koydu.

d) Bu kararlı direniş, diğer çalışan kesimin özgüven ve özsaygı kazanmasına katkı yaptı, özellikle AKP iktidarı gibi muhalefeti etkisiz hale getiren, sindiren bir iktidar gücüne karşı direnmenin mümkün olduğunu gösterdi.

e) TEKEL Direnişi, diğer emek örgütlerini ve sendikal bürokrasiyi de harekete geçirdi. Bu çerçevede 17 Ocak 2010’da Ankara’da büyük bir mitingin düzenlenmesine, 4 Şubat 2010’da ülke çapında bir günlük iş bırakma eyleminin yapılmasına ve daha sonra da dört konfederasyon (Türk-İş, DİSK, KESK, Kamu-Sen) tarafından 26 Mayıs 2010 tarihinde üretimden gelen gücün kullanılarak genel bir eylem kararının alınmasına neden oldu.

f) 4/C ile ilgili koşulların iyileştirilmesine yol açtı.

g) Bu eylemlilik süreci, TEKEL işçisinde sınıf bilincinin oluşmasında, siyasal görüşlerinin değişikliğinde önemli ölçüde rol oynadı.

5 VAKİT KOMÜNİSTİM

TEKEL Direnişi’nin bir diğer önemli özelliği de, sosyalist kesimin eyleme büyük bir destek vermesiydi. Komünist, sosyalist partiler ve örgütler, 20 Şubat 2010 günü yapılan eyleme kitlesel bir katılım sağlarken Türk-İş ve bağlı sendikaların sembolik düzeyde katkısı dikkat çekiciydi.

TEKEL işçisinde de sosyalistlere, komünistlere bakış açısı değişmeye başladı. Şöyle ki; yaşadığı olaylardan etkilenen Malatya TEKEL işçisi Hasan Topal, CNN Türk Televizyonu’nda yayınlanan bir röportajda şunları söylüyordu:

“Ben 5 vakit namazımı kılarım. Burada da komünist olduk Artık 5 vakit komünistim” . Gerçekten direnişler, grevler işçi sınıfı için birer okuldur. İşçide ciddi bir bilinç sıçramasına neden olur. Bu arada kişisel bir gözlemimi de aktarmak isterim:

17 Ocak’taki miting öncesi, Ankara’daydım. Cumartesi miting vardı, Cuma akşamı dört saate yakın işçilerin arasında dolaştım, sohbet ettim. Hataylı bir işçi aynen şunları söylüyordu:

“Biz buraya gelmeden önce gençler, öğrenciler için solcu, komünist diye bir ön yargıya sahiptik. Ancak buradaki öğrencilerin harçlıklarından bize çay yapıp getirdiklerini, sabaha kadar bu soğukta bizlerle birlikte kaldıklarını görünce düşüncelerimiz değişti. Ben TEKEL işçisi olmasaydım buraya destek için gelebilir miydim? Sanmıyorum. Ama gençler bu dondurucu ayazda, bizlerle ekmeklerini paylaştılar. Ben bölgemdeki ilçede aynı zamanda AKP yöneticisiydim. Ama şimdi kesinlikle AKP’ye oy vermem. Sağcıydım, solcu oldum.”

Kuşkusuz böyle bir süreç, işçi sınıfındaki bazı önyargıları kırdığı gibi sosyalist hareketin işçi sınıfı hareketi ile buluşmasının ne tür önemli kazanımlara yol açabileceğinin de küçük bir örneğini oluşturuyordu.

BÜROKRASİDEN GERİ ADIM

TEKEL işçisi, güvencesiz bir istihdam biçimi olan 4/C statüsüne karşı 78 gün direndi. Mücadeleci bir sendikal anlayışın gerekliliğini ortaya koydu. Ancak başta Türk-İş olmak üzere işçi ve memur konfederasyonları, 26 Mayıs 2010 Genel Eylemi’ni gerçekleştirmeyip geri adım attı. Sendikal bürokrasi, işçi mücadelesi önünde engel oluşturdu.

Emek kesimi, hukuki süreci etkileyecek bir mücadeleyi gerçekleştiremedi. Sonuçta Anayasa Mahkemesi, 4/C’yi iptal etmedi. Oysa 15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişi sonrasında Anayasa Mahkemesi, sendikal örgütlenmeyi kısıtlayan yasayı iptal etmişti.

TEKEL Direnişi, kuşkusuz işçi sınıfı tarihinde önemli bir eylemdir. Ancak TEKEL işçilerinin dar ekonomik çıkarları için başlattığı bu eylemin özelleştirme karşıtı olarak tüm KİT’lerdeki işçileri kapsayan bir mücadeleye dönüşmemesi de saptanması gereken bir durumdur. Keza Ankara’da 78 gün süren bu eyleme 10 bin dolayındaki TEKEL işçisinden en fazla 2 bin kişinin katılması da dikkati çeken diğer bir husustur.

TEKEL eyleminin 4/C eksenini aşan bir sınıfsal dayanışma ve eylem birliği haline gelememesinde, 12 Eylül rejiminden miras kalan yasal çerçevenin payı olduğunu da belirtmek gerekir. Bununla birlikte sendika ve konfederasyon yönetimlerinin tabandan gelen talep ve hareketlenmelere yanıt verebilecek konumda olmadığı da dikkat çekicidir.

AKP hükümeti de, eylemin bir işçi sınıfı mücadelesi haline gelmesini büyük ölçüde engellemeye çalışmıştı. TEKEL Direnişi, tüm bu faktörlere karşın sosyal ve ekonomik hak mücadelelerinin sınıf ekseninde bir araya gelmesinde önemli bir tarihsel deneyimdir.

YOL HARİTASI

Emek hareketinin TEKEL Direnişi’ni de dikkate alarak önümüzdeki süreçte nasıl bir yol izlemesi gerektiği konusunda şu görüşler ileri sürülebilir:
1. Yaklaşık 20 yıllık AKP iktidarının geldiği bu aşamada, birbirinden büyük ölçüde bağımsız, irili ufaklı işçi eylemlerini birleştirecek bütünsel bir emek hareketinin oluşturulmasına ciddi bir ihtiyaç vardır.

2. Otoriter bir çalışma rejiminin olduğu, çok önemli hak kayıplarının yaşandığı, işsizliğin, işten çıkarmaların, yoksulluğun ve gelir adaletsizliğinin yüksek boyutlara ulaştığı bu süreçte, sadece ücret artışı ve toplu pazarlığa dayanan bir sendikal anlayış ve yapının yetersiz kaldığı çok bellidir. Bunun yerine tabandan ve yerel düzeyden başlayan bir örgütlenme ve mücadele anlayışı ile birlikte güçlü bir merkezi irade oluşturan bir emek hareketinin inşası son derece gerekli hale gelmiştir. Güvencesiz çalışma koşullarına karşı başlayan TEKEL Direnişi’ni aşan daha kapsamlı, bütüncül ve somut talepler etrafında birleşen bir sendikal hareket, ciddi bir ihtiyaçtır.

3. TEKEL Direnişi’ndeki 26 Mayıs Genel Eylemi gibi önemli kararların mevcut sendikal yapılar tarafından gerçekleştirilememesi, sendikal bürokrasi sorununun ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Bu açıdan sendikal yapılarda köklü bir değişimi sağlayan, mücadeleci sendikal anlayışını hayata geçiren bir süreç öncelik taşımaktadır.

4. TEKEL Direnişi’nin bir eksiği olarak tütün üreticilerinin bu eyleme yeterince destek vermemesi dikkate alındığında önümüzdeki süreçte sadece işçilerin ve memurların değil güvenceli, güvencesiz tüm çalışanların, işsizlerin, emeklilerin, küçük esnafın, köylülerin, yani sermaye sınıfı dışındaki tüm kesimlerin birlikteliğini sağlayacak taleplerin ve buna uygun örgütlenme biçimlerinin gündeme getirilmesi önem kazanıyor.

5. Yine böyle bir toplumsal mücadelenin siyasal ayağının da ihmal edilmemesi gerekir Türkiye’de yükselen bir işçi mücadelesi, genel anlamda siyasi bir sonuç üretmeden dağılabiliyor. Örneğin 1989 Bahar eylemleri sonucunda güçlü bir emek hareketi oluşmuşsa da siyasal platformda bunun devamı gelmemiş ve gelişen hareket bir süre sonra sönümlenmiştir. Bu çerçevede anti-kapitalist bir perspektifi benimseyen kitlesel bir işçi sınıfı partisinin oluşturulması da gerekli gözükmektedir.