Dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesimi, gezegenin güney kutbundaki emisyonların iki katına çıkmasından sorumlu. İklim için yönetici sınıfıyla da mücadele etmeliyiz.

Sınıf savaşı olmadan iklim krizini asla durduramayız

Paris MARX

Kaliforniya’daki yangınlar, Sibirya’daki donmuş toprakların çözülmesi, Avrupa’daki sıcak hava dalgaları, kasırgalar ve tayfunlar gittikçe artmaya devam ederken acil bir iklim hareketine ihtiyaç duyuyoruz. Buradaki soru, bu hareketin nasıl olacağı ve daha sürdürülebilir bir dünyaya doğru dönüşümün yükünü kimin üstleneceği.

On yıllardır halka iletilmeye çalışılan çevresel mesajlar, çoğunlukla bireysel eylem düzeyindeydi. İklim krizini çözmek için ampullerimizi değiştirmemiz, enerji tasarrufu sağlayan cihazlar kullanmamız, hibrit ya da elektrikli araçlar satın almamız, evlerimizi izole etmemiz, plastik torbaları kullanmamamız ve bireysel tüketimimizi birçok başka şekilde değiştirmemiz gerektiği söylendi. Bunlar muhakkak olumlu değişimler; ancak karşı karşıya kaldığımız krizi açıklamak konusunda yeterli değil ve iklim krizinin esas sorumlusunun kim olduğu konusunda yanlış sonuçlara yol açabilir.

İklim krizinin ana sebeplerinden birinin dünya nüfusu olduğunu ifade eden görüş gittikçe yayılıyor. Bu görüşün taraftarlarına göre emisyonun bu kadar fazla olmasının sebebi, dünya nüfusunun çok yoğun olması. Bu görüş, genellikle insan nüfusunu azaltmak için bir soykırım gerektiğini düşünen eko-faşistler tarafından yansıtılıyor.

İklim krizi konusunda bireysel tüketime odaklanmak kısmen herkese sorumluluk yüklerken; nüfus artışına odaklanmak, suçu son birkaç on yılda nüfusun artmaya devam ettiği Afrika ve Asya ülkelerine yüklüyor. Bu bölgelerde yaşayan insanların dünyadaki en düşük karbon ayak izine sahip olmasının yanı sıra, gezegeni ısıtan sera gazlarını hangi otoritelerin yaydığına baktığımızda ABD ve Avrupa sonucuna ulaşıyoruz.

Fakat bütün suçu Amerikalılara ve Avrupalılara atmak, büyük resimden uzaklaşmaya neden olabilir. Oxfam’ın ortaya koyduğu rapora göre, dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesimi, en yoksul yüzde 50’lik kesimindeki emisyonları ikiye katlamaktan tek başına sorumlu. Bu da demek oluyor ki, kuzey kutbundaki işçi sınıfı önerilen tüm bireysel önlemleri alsa ve güney kutbunun yoksul insanlarını çocuk sahibi olmamaya zorlasak dahi, sorun çözülmeyecektir.

Seçkin sınıf lüks yaşam tarzlarını sürdürebilsin, özel jetleriyle iklim konferanslarına gidip sorunu umursadıkları izlenimi verebilsinler diye kalan karbon bütçemiz feda ediliyor. Virgin’in kurucusu Richard Branson, havayolu işini büyütürken yerine getirmediği iklim vaatlerinde bulunarak, bu yeşil göz boyamanın öncülüğünü üstleniyor. Aynı şekilde Elon Musk, toplu taşımayı eleştirip yüksek hızlı tren projelerine karşı çıkarken, daha fazla otomobil satmak için iklimi önemsediğini iddia ediyor.

Sürdürülemez faaliyetlerini icra ederken göz boyayan milyarderlerin belki de en öne çıkanı Jeff Bezos. Amazon’un CEO’su, 10 milyar dolarlık Bezos Dünya Fonu nedeniyle övgüleri topladıktan sonra, Seattle’daki bir stadyumun adını “Climate Pledge/İklim Teminatı” olarak değiştirme hakkına da sahip oldu. Fakat fondan henüz bir hibe verilmezken Amazon, petrol ve gaz şirketlerinin fosil yakıtları daha verimli bir şekilde çıkarmasına yardımcı olmaya devam ediyor.
Bu milyarderler, yatırımlarının emisyonları azaltacağını, daha sürdürülebilir bir geleceğe yardımcı olacağını ve “yeşil kapitalizmin” iklim krizini çözeceğini iddia ediyor. Hükümetler de bu iddiayı pandemiden sonraki iyileşme planlarının merkezine koyuyor.

Geçtiğimiz yıl İngiliz hükümeti, ülkeyi “yeşil inovasyonun” ön saflarına yerleştirmek amacıyla 350 milyon sterlinlik bir kurtarma planı açıkladı. Tahmin edilebileceği gibi bu plan, zenginlerin servetlerini azaltarak, kirliliğe sebep olan endüstrileri kapatarak ya da özel jetleri yasaklayarak emisyonları azaltmak gibi bir öneri içermiyordu.

ABD’de ise Donald Trump’ın bir iklim planı yoktu ancak Joe Biden yenilenebilir enerjiye ve elektrikli otomobillere odaklandı ve şarj istasyonları olan yeni otoyollar vaat etti. Kanada Başbakanı Justin Trudeau elektrikli araçlara ve hidrolik enerjiye odaklanarak iklim hareketini Kanada’nın pandemiden sonraki iyileşme planının merkezine koydu. Bu girişimlerin çevresel etkileri konusunda ise yorum yapmadı.

Yeşil kapitalizm, iklim krizini körükleyen insanlara ve endüstrilere sorumluluk atfetmeyi reddettiği için, ısınmayı 1,5-2 derecenin altında tutmak için gerekli olan eyleme yardımcı olmuyor. Bunun yerine orta sınıfın içini boşaltmaya, sorumluluğu gerekli değişiklikleri yapma konusunda çok az güce sahip olanlara, yani halka yüklemeye ve zirvedekilerin çıkarına çalışmaya devam ediyor.

İhtiyacımız olan iklim hareketi, zenginlere sorumluluk atfetmeyi ve farklı bir toplum türü için bir bakış açısı etrafında örgütlenmeyi gerektiriyor. Bu hareket, yalnızca zenginlerin daha yüksek vergiler ödemesini sağlamak üzerine değil; onların servet birikimlerini kolaylaştıran, gezegene sınırsız bir ücretsiz hammadde kaynağı olarak bakan ve gezegeni ısıtan emisyonları ortaya çıkaran ekonomik yapıları aktif olarak dağıtmak üzerine kurulmalı.

Ya kapitalizme ve onun kazananlarına karşı koyacağız, ya da kontrolden çıkan iklim krizini durduramayacak, bunun ortaya çıkaracağı iklim mültecilerine yardım edemeyecek ve eko-faşist “aşırı nüfus” söylemlerinin önüne geçemeyeceğiz. Rosa Luxemburg’un söylediği gibi; seçimimiz sosyalizm ve barbarlık arasındadır. Yeşil kapitalizm bizi kurtarmayacak.

Kaynak: Tribune Mag
Çeviren: Ayşe Göl