Özkan Öztaş, bir ezilen uluslar hapishanesi olan Çarlık Rusyası’nı tüm ulusların eşit ve kardeşçe yaşadığı bir ülkeye dönüştüren Sovyet sosyalizmi sayesinde, Kürtler’in yakaladığı Kürt Rönesansı’nın tarihini ortaya koyuyor

Sınıfın ulus üzerindeki zaferi

REŞAT BİLİCİ

Bu taht ve sınırlar aradan kalkacak,
Tüm uluslar birlikte özgürce yaşayacak.
Cegerxwîn

Büyük ‘Ekim Sosyalist Devrimi’; gerçek anlamda yirminci yüzyılın açılışını yaparken, yeryüzüne verdiği ilhamla birlikte, miras alınan Çarlık Rusya’sı topraklarında yaşayan yüzlerce ulusun ve etnik topluluğun yaşamını ve kaderini de değiştiriyordu. Önayak olduğu devrimci dönüşüm o kadar etkili oldu ki; dağlık Transkafkasya’dan Kuzey Sibirya’ya kadar uzanan kıta büyüklüğündeki geniş stepler ve hatta tundralar üzerinde yaşayan ve sayıları binlerle ifade edilen toplulukların bile yaşam biçiminde köklü değişimlere imza atıldı.

Birinci Dünya Savaşı’nın ortasında patlak veren Ekim Devrimi’nin, savaşın içinde yer alan Osmanlı’yı doğrudan ve dolaylı olarak etkilememesi imkânsızdı ve insanlığın şahit olduğu bu en görkemli devrim, Rusya topraklarında kalan Kürtler’i başta üretim ilişkileri olmak üzere her anlamda çığır açıcı yeniliklerle tanıştırdı.
Devrimler, insanın büyüdüğü dönemlerde; Sovyet Kürtler’i de bu yeni insanın yaratılması mücadelesinde, sosyalizmle tanışıyor ve ortaya çıkan muazzam Aydınlanma enerjisinden payını alıyordu. Özkan Öztaş, Yazılama’dan yayımlanan Sovyetler Birliği’nde Kürt Sanatı çalışmasıyla; edebiyattan müziğe, tiyatrodan sinemaya kadar birçok başlıkta, bir halkın sosyalizmin ülkesinde ayağa kalkışını anlatıyor.

Yazar; bugüne kadar tam anlamıyla hakkı verilmeyen bir alanda kaleme aldığı ön açıcı çalışmasıyla, tarihsel okuma anlamında döneme dair yazın alanının zenginleştirilmesini teşvik ediyor. Öztaş; Türkiye, İran, Suriye ve Irak başta olmak üzere, bölgede farklı etnisiteler içinde yaşayan Kürtler’in; doğal ama eksikli olarak, bugüne kadar hep ulusal sorun bağlamında ele alınan bir halkın, ‘uzak’ görünen ama kendilerine yurt belledikleri Sovyet toprağında, kapitalizm bölmesinde kalan kardeşlerine kıyasla elde ettiği büyük dönüşümleri, kelimenin tam anlamıyla sosyalizmin Kürtler’ini ayrıntılarıyla ele alıyor.

Peki, bu büyük yürüyüş nasıl başladı? Yazar, “Bu açıdan değerlendirildiğinde Çarlık Rusyası’nın Kürtler’le olan temasını, Osmanlı’ya karşı yürütülen politikaların çıktılarından biri olarak ele almak yerinde olacaktır” ifadesiyle, çalışmasının hemen başında bize bir tarihsel arka plan sunuyor. 19. yüzyıla damga vuran Osmanlı-Rus Savaşları’nın bölgede yaşayan Kürtler’i etkilememesi olanaksızdı; yazarın da not ettiği gibi, Kürt toplulukları ve askeri Kürt birlikleri, belirli periyotlarda Osmanlı’ya karşı savaşlarda Çarlık Rusyası’nın safını tutmuştu. Bu gelişmelerle birlikte ve bir sonuç olarak, kuzeye doğru göç eden ve Ekim Devrimi gerçekleştiği sırada Rus topraklarında kalan Kürt unsurlar, sosyalizmle tanışıyor ve “kültürel değerlerin ve siyasal birikimlerin yeniden üretiminde” bizzat Sovyet teşvikiyle donanıyordu.
“Sovyetler Birliği’nde yaşayan Kürtler asli olarak Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve Türkmenistan’da yaşamaktaydılar” ifadesiyle Kürt halkının söz konusu dönemde sahip olduğu demografik durumu açıklayan yazar; 1920’de Bakü’de toplanan Doğu Halkları Kurultayı’nda Kürtler’in de yer aldığının altını çiziyor. Sovyet Kürdolojisi’nin tarihi böylece ortaya çıkmış oluyor.

sinifin-ulus-uzerindeki-zaferi-168501-1.Çalışmanın en dikkat çekici noktalarından biri, sanırım Öztaş’ın not düştüğü şu iki anahtar kelimede saklı: “Kürt Rönesans’ı” ve “Kızıl Çobanlar.” Kendini arayan bir halkın sosyalizmle birlikte ayağa kalkacağı bir Rönesans’ın yaratılması için bir öncü/aydın damarına gereksinim vardı ve yoksulluk ve savaşlarla harap olmuş bir halkın içinden, kızıl çobanlardan Kürt biliminsanlarına, profesörlerine, sanatçılarına ve genel anlamda aydınlarına uzanan bir entelijansiya ortaya çıktı. “Kürtler için vatan, Sovyetler Birliği topraklarının kendisiydi” gibi çarpıcı bir tespitte bulunan yazar, Sovyet Kürtleri’nin anayurtlarından “uzakta” fakat yurt belledikleri bu büyük Sovyet toprağında gerçek anlamda enternasyonalizmle donandıklarına vurgu yapıyor. Ortak acılar ortaklaşa unutulur; o kadar öyle ki, Osmanlı döneminde ortak acılar çeken Kürt ve Ermeni toplulukları, Sovyet Kürtleri’nin her anlamda Sovyet Ermenistanı’nda yoğunlaşmasıyla birlikte, sınıf temelinde sahici bir kardeşlik tesis ediyordu. Bu, sınıfın ulus üzerindeki zaferiydi. Sovyetler Birliği, insanlığın o güne dek şahit olmadığı bir gelişkinlik içinde, yüzlerce etnik unsuru ve dili barıştırıyor ve onları kızıl bayrağın altında sosyalizmi inşa eden neferlere dönüştürüyordu.

Öztaş, Sovyetler Birliği’nde Kürt Sanatı çalışmasında, burada ayrıntılarına giremeyeceğimiz bir zenginlik sunuyor. “Sosyalizmin geniş kitlelere ulaştırılmasında ve yeni insanın yaratılması sürecinde” önemli bir araç olarak sinemanın edindiği konumla birlikte Kürt tarihinin ilk sinema filmi Zarê; İsahak Marogulov tarafından hazırlanan ilk Kürt alfabesi; Erebê Şemo’ya ait ilk Kürtçe roman Şıvanê Kurmanca; Ermenistan Komünist Partisi’nin bünyesinde bir parti yayını olarak okuyucuya ulaştırılan Kürt tarihinin en uzun soluklu yayını Reye Teze;1934’te Erivan’da gerçekleştirilen Kürdoloji Konferansı ve Şarkiyat bilimleri alanında Kürdoloji bölümünün açılması göçebe çoban bir toplumdan çıkan bir profesör olarak Qanatê Kurdo’nun öyküsü; Dengbêj kültüründen modern Kürt tiyatrosuna uzanan yol; Sovyetler Birliği’nde Kürt müziği ve Erivan Radyosu’nın oynadığı rol... Yazar, bunlara benzer birçok başlıkta ortaya konan ürünlerin öyküsünü paylaşıyor ve ürünlerin sahibi olan Sovyet Kürt aydınlarının yaşamlarından kesitler sunuyor.

Öztaş, bir ezilen uluslar hapishanesi olan Çarlık Rusyası’nı tüm ulusların eşit ve kardeşçe yaşadığı bir ülkeye dönüştüren Sovyet sosyalizmi sayesinde, Kürtler’in yakaladığı Kürt Rönesansı’nın tarihini ortaya koyuyor. Anti-Sovyetik ve aynı anlama gelmek üzere anti-komünist bir karalama kampanyasının karşısına cüretle çıkan kitap, Kürtler özelinde de bugün sosyalizme ne kadar çok ihtiyaç duyduğumuzu, sosyalizmin olmadığı bir dünyada her anlamda geriye düştüğümüzü gözler önüne seriyor. Sovyetler Birliği’nde Kürt Sanatı, bu alanda ihmal edilen ve eksikliği hissedilen boşluğu doldurma girişimi olarak öne çıkıyor.