Sınıflar öldü mü?

ZİYA RAMADANİ

2013’ün yaz aylarında ülkeyi sarsan, hatta bir isyan boyutlarına ulaşan “Gezi Eylemi” Türkiye tarihinin en kitlesel mücadelelerinden birini oluşturur. Eylem aynı yılın sonbaharına doğru sönümlendi ama bıraktığı büyük deneyim hâlâ tartışılıyor.

Tartışmaların eylemin görkemine oranla yaygın, derin ve canlı olduğunu söylemek abartılı olur. Bunun temel nedeni hiç kuşkusuz eylemin, sarsıntılarının toplumsal ve siyasal bir örgütlenmeye evrilmemesi. Ayrıca mevcut siyasal toplumsal oluşumların nitelik değişimine yol açamaması. Yine de uzun süredir ele alınmayan sınıf, işçi, sosyal mücadele konularının yeniden tartışılmasına neden olduğu da bir gerçeklik.

Tartışmaların yoğunlaştığı noktalardan biri, -en azından sol siyaset için- yazar Selim Ergunalp’in de belirttiği gibi, “Gezi’nin hangi sınıfın eseri olduğu konusu”dur.

Yazar eserinde Gezi Eylemi’nin sosyal karakterinden hareketle, toplumsal sınıflar meselesini ele alıyor: “Daha çok Marksizm’in toplumsal sınıflar konusundaki unutulmuş olan veya unutturulmaya çalışılan çözümlerini tekrar hatırlatmak, bu konudaki tahrifatı gözler önüne sermeye katkı da bulunmak,” amacıyla...

Yazar yüzeydeki görünüşlerin arka planına eğilerek, meslek gruplarıyla, statülerle veya ücret düzeyleriyle yahut kültürel boyutla tanımlanan sosyal grupları var eden temel (nesnel) dinamikleri ortaya koymaya çalışıyor. İlk bölümde, sınıf meselesini ele alan yazar, “Sınıf tartışması bugün birçok ülkede sınıf mücadelesi içinde bulunanlar tarafından değil, akademik koltuklarına çökmüş profesyonel teorisyenler tarafından yürütülüyor” değerlendirmesini yaparken, “Çok şükür işçilerin bunlardan haberi yok” diye ekliyor.

Görünüşte karmaşık gibi algılanan ama tarihsel olan toplumsal ilişkilerin, sınıf kavramı yerine, nesnel gerçekliğe uygun olmayan yeni icat edilmiş gibi görünen kavramlarla açıklamaya çalışan görüşlerin rağbet görmesini “liberal veya neo-liberal teorilerin ve siyasal eğilimlerin sadece toplum bilimleri alanında değil ama aynı zamanda güncel siyasette de üste çıkmış olması”na bağlıyor.

Ergunalp eserinin ikinci bölümünde bu türden teorileri, savunan, (yeniymiş gibi icat eden) Türkiye’de de pek ilgi gören bazı düşünürlerin görüşleri ekseninde inceliyor. Tabii, bu teorisyenlerin yerli izleyicilerinin görüşlerini de ele alarak.

Bunlar arasında bir dönem İngiliz İşçi Partisi lideri Tony Blair’e danışmanlık yapan “üçüncü yol” tezi ile ünlenen sosyolog Antony Giddens, 1995 Fransız işçi grevlerinin faal destekleyicisi sosyolog Pierre Bourdieu, uzun süredir sınıf eksenli görüşlerinden uzaklaşmış olan Amerikan sosyolog E. Olin Wright yer alıyor. Ergunalp, bu sosyologların görüşlerinden hareketle Türkiye’de” yeni görüşler” ileri süren yerli yazarlarla da polemik yapıyor.
Eserin son bölümünde sınıflar mücadelesinin her evresinde, gündeme gelmiş olan “orta sınıf” görüşleri ele alınıyor. Sosyal sınıfların ve tabakaların statik yapılar olmadığının tarihi olduğunu belirten yazar, Marksizmin orta sınıf olgusunu hiçbir zaman reddetmediğini, onu tarihsel çerçeve içinde ele aldığını, orta sınıfın özgün bir sınıfı tanımlamaktan çok, egemen sınıf ile sömürülen sınıflar arasında kalan sosyal kesimleri tanımlamak için kullanıldığını açıklıyor. Yazar, günümüzde orta sınıfa yeni sosyal tabakaların katılmış olduğunu belirtirken “üretim araçlarına sahip olmayan, geçimlerini emek güçlerini satarak sağlamak zorunda kalanların” neden orta sınıf kategorisine dahil edilmemesi gerektiğini ortaya koyuyor.

Gezi Eylemi”nin orta sınıfların değil, fabrikalardan, bürolara, plazalara, üretken olmayan sektörlere dal budak sarmış işçi sınıfının eseri olduğu muhakkak. Ergunalp’in eseri, sınıf olgusunun (ve tabii orta sınıfın) yüzeydeki görünüşlere, çalışanların kendilerini tanımladıkları öznel ifadelere, egemen sınıfın görüşlerine yakınlık derecesine göre tanımlanamayacağını ortaya koyuyor. Böylece Gezi eylemine katılan muazzam kitlenin nesnel olarak (eğitim düzeyi, kültürel boyutu, ücret durumu ne sanayi işçisine uzaklığı ne olursa olsun) işçi sınıfının parçası olduğuna dair teorik bir katkı sunuyor.

Eserin bir başka anlamı, akademi (ve akademik Marksizm) içine sıkışmış dar, aktarmacı, sentez ve polemikten uzak eserlerin dışında yer alan öncü araştırmalardan biri olması. Kitabın yayınevi h2o kitap daha önce de bu türden eserleri yayınlayarak akademi dışında bir kanal açmaya da katkı sunuyor.