Bugün 15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişinin 50. yıl dönümü. BirGün Pazar Eki’nde direnişi değerlendiren yazılar yer aldı. Bu direniş hem tarihsel hem kendisini güncelleyebilen bir sınıfsal öze sahip, yaşandı ve görüldü: Haziran 2013. Dolayısıyla güncelliğini kaybetmeyen bu hadiseyi, güncelliğini kaybetmediğini düşündüğüm 15.06.2009 tarihli eski bir yazımla vurgulamak istiyorum.

15 Haziran: “Sosyal uyanış günü”. Ve bu tespit, darbe yapmaya niyetli bir generale ait.

1970 yılının 15-16 Haziran günlerinde ve sonrasında, toplumsal muhalefetteki kabarış karşısında zamanın Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, “sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı, bunu durdurmak gerekiyor” derken, 12 Mart 1971 müdahalesinin sinyalini vermişti.

Aradan 39 yıl [50 yıl] geçti. Şimdiki 15 Haziran: Sosyal uyku günleri! Toplum narkoz yemiş… Afyon yutturulmuş… Afyon deyince kimin, hangi sözü akla geliyor? Her neyse…

Ama artık sınıf deyince akıllara sadece okuldaki dersliği getiriyorlar. Toplumsal anlamda “sınıf” diyenleri, kaba solcu nitelemesiyle yaftalıyorlar.

Oysa bugün, yani 15 Haziran’da tarihsel bir sınıf dersi var. Bu ders, solculuk hayat okulunda, hazırlık sınıfında okutuluyor. Kendilerini solculuk mektebinden yıldızlı pekiyi ile mezun olmuş sayanların, bu işin mastırını yapmış olanların dahi tekrar dönüp okumaları gereken bir sınıf dersi:

Türk Demir Döküm, Sungurlar, Derby, Rabak, Auer, Çelik Endüstrisi, Otosan, Arçelik… Hayır, bunlar televizyon reklamlarında gördüğünüz markalar değildir. Bunlar 39 yıl [50 yıl] önce bugün isyan eden işçilerin, işyerleridir…

Demek ki ders bir: Kapitalizmde sadece işveren yoktur, sermaye yoktur; kapitalizmde işçi vardır, emek vardır. Bu işyerleri işçi ve emek sayesinde yaşar. Sömürü karşısında şalterleri indiren, çarkları durduran kollar sayesinde… Bu işyerlerinin üzerinde yükseldiği sömürü düzeni de ancak onu yaşatanlar tarafından yıkılmasına karar verildiğinde yıkılır. Bu kadar basit…

Demek ki ders iki: Sömürü! Bu kelimeyi sakın unutmayın, unutturmayın. Ekonomi politikteki anlamını bilmiyorsanız, sözlüğe bir kez daha bakın: İngilizcesi “exploitation”, eski dilde “istismar”. Yani? Bireylerin, toplumsal kesimlerin ya da sınıfların, görece daha güçsüz bireylerin, toplumsal kesimlerin ve sınıfların emeğini ve kaynaklarını kendi çıkarlarına kullanmaları... Kendi karnını doyurmak için başkalarını yarı-aç bırakma vahşeti… Bu vahşeti meşrulaştırmak için eşitsizliğin karşısına rekabeti koyan, eşitsizliği savunan ve hürriyeti sınırlayan insanlık dışı bir insanlık icadı. Yani illa ki, Das Kapital’den alıntı yapmanıza da gerek yok.

Demek ki ders üç: Sömürüden kurtulmak için, sömürüye karşı mücadele ve örgütlenme şarttır.

Bu dersler bu kadar basit… Bu kadar anlaşılır bir şey… İşte bu yüzden mesela, sömürüye karşı çıkmayanları, sömürüye karşı mücadelede yer almayanları solcu saymayın.

39 yıl [50 yıl] önceki bu ders sayesinde solculuğun abc’sinden başlamayı bir kez daha deneyin.

Çünkü solculuk sömürüye itiraz etmekle başlar… Her birey, bunu önce hafifletmek sonra tümüyle yok etmek kaygısıyla solcu olur, kendisi gibi düşünen ve davrananlarla beraber olur, örgütlenir. Gerisi hikâyedir.

Sömürüye itiraz ettiğiniz zaman, zaten herkes için eşitliği ve özgürlüğü de istemeye başlamışsınızdır. Yani solculuk zor bir meslek değildir.

Ama aykırı bir meslektir.

Üstelik, sosyal uyanışın olmadığı, sosyal uykunun olduğu bir ortamda epey aykırı bir tercih… Çünkü bu tercihiniz nedeniyle şöyle diyeceksinizdir: Halkın çoğunluğunun sesine kulak vermeyi [mesela Kılıçdaroğlu gibi!] demokrasi zannetmek, uyuyan halkın horlamasına eşlik etmektir!

Emekçiler ikiye ayrılır: Kafa emekçileri ve kol emekçileri diye… Ama bir de “gönül emekçileri” vardır. Ki bu devrimciliktir, sömürüye karşı mücadeleye gönül vermek ve şöyle seslenmeyi sürdürmektir:

“Türkiye işçi sınıfına selam! Selam yaratana.”