Sensin endişeli! Aklına bile gelmeyecek bir yerden, bir konudan yakalandığın için, sensin endişeli

Sınır

sinir-52748-1.> EZGİ ÇELİK e.ezgicelik@gmail.com

TOMA’lardan sular sıkıldı. Sosyal medya yorumları peşi sıra akmaya başladı. “Kırk derece sıcakta, o hazin kalabalığı serinletmek niyetiyle su sıkıldı.” İşin içinde ‘toma’ vardı ve tabii ki bu güvensizlik için yeterliydi. “Ne serinletmesi! O sular, insanları geri püskürtmek için.”

Geçtiğimiz hafta, uzun bir süredir devam eden dramın çivisinin nasıl çıktığına birebir şahit olduk. Savaştan kaçan insanlar, Suriye sınırında, ülkeye girmek için bir savaş daha verdiler. Alınmadılar. Uzunca bir süre. Aslında onlara mülteci diyebiliriz. Sığınmacı. Ama diyemiyoruz. Kimse kimseye bir şey sormuyor. Sınırından geçtikleri ülkenin bu insanları sığınmacı olarak kabul etmeden önce endişelerini haklı bulması gerekli. Fakat trajedi öyle büyük ve gözle görülür ki, neyin endişesi, neyin kabulü! Neyin haklısı, haksızı! İnsanın bazı zamanlarda ‘bilginin fazlası zarardır’ lafını her insan evladına dövme yaptırası geliyor. ‘Yahu kim takar o sırada o insanın adını’ diyesin geliyor. Mülteci olmuş, falan olmuş, filan olmuş. Almış bebeğini, sırtlamış sevgilisini, dayanmış komşusuna, bağlamış bütün aileyi birbirine kaçarken kaybolmamak için ve başlamışlar koşmaya. Sadece yaşamak için. Ne endişesi. Endişe onun yaşamında uzunca bir süredir yok. O ağırlığın içinde naif kalıyor endişe. Naifliğe ise vakit yok. Panik var orada. Korku var. Ses var çok. Toz var. Canı var, cananı var. Ne endişesi. O bakmadı belki de senin kadar, nerede olduğuna. Koştu işte o. Hadi dedi birileri, vakit geldi kaçıyoruz dedi, o da kaçtı. Sınır kapısında hangi isim yazıyordu, nereye sesleniyordu, bakmadı senin kadar. Can, canan nefes alacaktı. Tamamdı.

Sensin endişeli! Ya bana toz olursa bu insanlar endişesi. Ya çok ses olurlarsa, panik yaratıp bize korku olurlarsa endişesi. Ya ‘benim’ canıma, ‘benim’ cananıma zarar gelirse endişesi. Bütün bunları düşünmenin verdiği vicdan azabı. Vicdan azabının verdiği iç sıkıntı. Rahatının kaçtığını düşünürken bulman kendini ve kendinden soğuman. Tekrar sorgulamaya başlaman. Sorguladığın kendinin, şu zamana kadar kurduğu hayatının da devam etmesi gerektiğini anlaman. Dolayısı ile sorgulamak istemen fakat buna vakit ayıramaman. Kendine yabancılaşman. Bunun en ağır şey olduğunu bilip, üstünü örtme çabaların. Bunun için, hayatın içinde, anlamlı, anlamsız sebepleri örtü yapmaya çalışman. Becerememen. Bunun getirdiği öfke. Öfkenin sebep olduğu huzursuzluk. Huzursuz hayatın rengi, gri.

Sensin endişeli! Aklına bile gelmeyecek bir yerden, bir konudan yakalandığın için, sensin endişeli. Nasıl ve ne şekilde seni bu kadar etkileyebiliyorlar! Hiç tanımadığın insanların sana yaşattıkları yüzünden, sensin endişeli! Aslında hep vardı birileri o meydanlarda. Sen geçerken hep laf atıyorlardı sana. Para istiyorlardı. Yemek alman için bacağına asılı kalabiliyordu çocuklar. Gece-gündüz , etrafta dolaşıyordu kadınlar. Mecburiyetten yaptıkları ‘iş’lerinin o rahatsız edici duygusunu saklamak için sana göz kırpıyorlardı. Dükkandan içeri girip, tipine bakmamanı, aslında elinin çok iş tuttuğunu söyleyip, senden iş istiyordu adamlar. Yaşlı teyzeler-amcalar, meydanların köşelerinde yaşsız ağlayan gözleri ile senden hep para istiyorlardı. Noooooldu, endişeli! Sen zaten bu hayatlarla aynı meydandasın, ama hiç dönüp bakmamış mısın? Aynı ülkede doğunca ‘toprağın’ oluyor, gözün çok görmüyor mu? E daha acı bir durum var o zaman, endişeli. Entelektüeliten yanıbaşındakileri kaçırmana sebep oluyor olabilir, ama tüm dünyanın takip ettiği bir durumu kaçırmana asla. Sosyal medya, yazılı ve görsel basın, her yerden kendini donatmışsındır sen. Acı olan şudur ki, yanı başına geldiğinde bu insanlar, senin gönlün hep karıştı. Sonra da kafan. Bir baktın ki aynı meydanlarda senin beraber yaşadığın ve kaçtığın insanlara karıştı, o ağladığın, günlerce hayatlarını takip ettiğin insanlar. Ve bir baktın ki, sen o gecelerce akıbetlerini takip ettiğin insanlara alıştığın gibi davranmaya başladın. Hayır, acaba nereden bildin, onların içinden de bir gün bir yazar, ressam, müzisyen, oyuncu çıkmayacağını? Onların da seninle aynı dünyada hayal kurduğunu ne zaman unuttun? Hayır zaten onlar neden ‘onlar’dı? Sen kimdin ki?

Bunları hep sen de sordun aslında, endişeli! Hepimiz hep sorduk. Afgan kızın durumu ne olmuştu? Neden öyle bakmıştı? Ödülü alan fotoğrafçı için sevindik ama sevinmeli miydik, yoksa Afgan kızı mı düşünmeliydik? Hüzünlenmeliydik? Senin dünyan naif. Vaktin de bol. Otur düşün bunları, endişeli!