Dilin önemiyle ilgili şöyle diyor Konfüçyüs: “Bir ülkenin yönetimini ele alsaydım, yapacağım ilk iş, hiç kuşkusuz dilini gözden geçirmek olurdu. Çünkü, dil kusurlu ise sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılamazsa, görevler ve hizmetler gereği gibi yapılamaz. Görev ve hizmetin gerektiği şekilde yapılamadığı yerlerde görenek, kural ve kültür bozulur. Görenek, kural ve kültür bozulursa, adalet yanlış yollara sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte, bunun içindir ki, hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”

Wikipedi’de Lacan’a gelince: “Dil; toplumsallığı, kültürü ve dolaysıyla da bunları ifade eden yasa ve yasakları taşır. Dolayısıyla dil aracılığıyla, yani simgesel sistem aracılığıyla kültürel düzene dâhil olan insan yavrusu, daha farkında olmadığı ve hiçbir şeye karar veremediği bir evrede, bu düzen (Simgesellik) tarafından biçimlendirilecek, onun en temel değer yargılarını ve unsurlarını içselleştirecek ve bu yolla insan olmaklığa adım atacaktır. Dilin simgesel sistemine geçiş, burada kültürel düzene geçmekle aynı anlama gelmektedir. Biyolojik bir canlı olmaktan düşünebilen bir canlı olmaya doğru bu geçişte, birey-özne kültürel bir kod olarak kodlanmış olur... Özne, dil dolayımıyla böylece kendini simgesel düzende bir gösteren olarak işaret edilmiş olarak bulur ve öznelliğini de zaten bu şekilde kazanır. Bu andan itibaren birey-özne bir simge olarak simge düzenin bir parçası ya da ögesidir.

Dil, bu bağlamda öznenin gerçeklikle, kendisiyle, ötekilerle ilişkisini düzenler. Dil dolayımıyla Kültür'e giriş, bilinç dışının oluşumunu ve öznelliğin kuruluşunu ifade eder.(...) Bu geçişin gerçekleştiği yer ise ailedir. Artık bu bağlamda ailenin bir aile olarak düşünülmesi anlamlı olmaz; kültürel yapının taşıyıcısı ve birey düzeyinde oluşturucusudur, yani simgesel düzenin gerçekleşmesi, somutlaşması, maddileşmesi zeminidir. Çocuk, aile aracılığıyla dil dolayımından geçerek kültürel düzene girer. Şu halde belli başlı kültürel söylemlerin, ideolojik yapıların salt birer düşünsel tasarım ya da projeler olarak değil, dil ile taşınan ve aile aracılığıyla uyarlanan, maddi yapılar olduğunu belirlemek mümkündür. Althusser’in oluşturmaya çalıştığı ideoloji teorisi Lacan’ın bu yöndeki açıklamalarından özellikle beslenir.(...) Bu bağlamlarda yapısalcı antropolojinin yerine de işaret edilebilir: Levi-Strauss'un, en basit biçimleri akrabalık ilişkileri olan kültürel yapıları açıklarken göstermiş olduğu gibi, kültürel ögelerin, dilsel ögelerin birbirleriyle ilişkileri çerçevesinde belirlenmesine tam anlamıyla uyan bir yapısı vardır...”
Ara sıra değindiğim dil konusunu, daha başka alıntılarla, çokça dillendirsem ne olacak, çünkü pek umursanmaz da!? Sözcüklerini kullanamayan bir dil. Şu süreçte beni çıldırtanlardan biri “referandum”. Fransızcasının yerine kullansana hiç değilse yarı Türkçesini: Halk (Arapça) Oylaması’nı ya da de ona Toplu Oylama? “Sinirlerin mi bozuk?” diye sorarsan: “Evet!” “Kafa karıştıran bir sinir bozan mısın sen?” dersen: “Hayır!” “O zaman haftaya örneklerle söz et Türkçe’den yalınca; siyasette, yazında, basında, TV’de, sinemada kullanım biçimlerinden, biraz gülmeceli, biraz rahat; Öztürk Serengil abimiz nasıl diyordu filmlerde: ‘Temem mi?’”
“Yeşşe, abijim, temem...”