Semrin Şahin, bir kedinin mırıltıları eşliğinde davet ediyor okurunu, öyküleriyle buluşmaya. Okuruna, içine düşmekten kurtulamayacağı ruhsal sarsıntı öncesinde, bir parça huzur vermek istercesine…

Sınırın olmadığını insandan öğrendim

Süreyya Köle

Huzursuz eden öyküler Semrin Şahin’inkiler; okuyanın rahatını kaçıran, içinde olduğumuz günün dayattıklarıyla derdi olan, itiraz eden... Semrin Şahin ile ikinci öykü kitabı 'Gece, Kediler ve Sessizlik' üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik…

»Gece, kediler ve sessizlik… Kitabının adı olarak da kullandığın, birbirinin ayrılmaz birer parçası gibi duran bu üç sözcüğün öykülerindeki ve sendeki karşılığı nedir?
'Gece, Kediler ve Sessizlik' kıyıda kalan hayatların hikâyesi aslında. Gece yalnızlıktır, sessizlik huzur ve kediler durağanlıktır. İçimizdeki kimi sanrıların karanlıkta ortaya çıkması gibi bu üç sözcük ne kadar karamsarlığı çağrıştırsa da umut var öykülerde. Kedilerin hırçın uysallığı gibi belki de.

»Yaşamın kaba gerçekliğinden uzak, kendi düşsel dünyalarında soluk alıp veren karakterler görüyoruz öykülerinde; yanılsamalarıyla, sanrılarıyla, iç hesaplaşmalarıyla, korkularıyla, tedirginlikleriyle… Buna rağmen geçmişleriyle yüzleşmekten geri kalmayan halleriyle okuru ruhsal bir döngünün içine sürükleyen karakterler… Bu karakterler nasıl oldu da bir araya geldi, aynı kitapta buluştu?
Kitaptaki karakterler birbirinden bağımsız görünse de aslında aynı amaca hizmet ediyorlar. Biri bir gediği kapatırken diğeri kocaman bir delik açabiliyor hayatımızda. Görünmeyeni gösteren, gördüğümüzü sis perdesinin ardına saklayan karakterler bunlar. İki yıl içinde yazdığım öyküler kitaptaki öyküler. Sanki öykü karakterleri birbirlerini izliyordu ve böyle bir kitap çıktı ortaya. Belki de bütün suç, öykü kedisi Kehribar’daydı.

»Öykülerinde, cinsel istismara uğramış çocuklar ve kadınlar karşılıyor bizi. Ve bir öykü karakterin, uğradığı tecavüzü öyküleştiren yazara, yaşadıklarını değiştirerek yazdığı, olanları tam anlatmadığı için hesap soruyor. Bu belki de pek çok yazarı iç hesaplaşmaya götürecek bir yüzleşme. Bıçak sırtı bir konu. Bir yazar olarak üretimlerinde, metnin dayattığı gerçeklik ile yaşamın sunduğu gerçekler arasında kurduğun dengeden söz eder misin?
Evet, öykülerimde taciz, tecavüz ön planda oldu bu kitabımda. Çünkü toplumsal olaylardan etkilenen bir kalemim var. Cesur olmak zorundayım, hepimizin de cesur olması gerekiyor. Tecavüze uğrayan çocukların sesi olmak zorundayız. Farkındalık oluşturmak önemli. Kalemi elime aldığım anda gerçek zaman duruyor benim için. Yazarken karakterimin gözünden bakmayı bırak, onunla yaşıyorum olayları. Metin bana kendi gerçekliğini dayatıyor kimi zaman. Hiç ummadığım anda öykü kişisi bambaşka bir şey yapabiliyor. Kurmaca gerçeklik daha sahici geliyor bana. O öyküde de iki farklı gerçeklik arasında gidip gelen bir anlatıcı vardı. Ne olursa olsun öykü kendi gerçekliğini yaratıyor diye düşünüyorum.

»Öykülerinde 'kadın' konusunu, edilgen bir tutumdan uzak, uyandırıcı, hatta yer yer kışkırtıcı yaklaşımlarla ele aldığını görüyoruz. Öyle ki bazı kadınlara öfkeli olduğunu bile düşündürdün bir an. İtiraz ettiğin, altını çizmeye çalıştığın tam olarak ne?
Özellikle kadınları yazmak istemiyorum aslında ama kadının üzerindeki erkek eli hiç inmiyor aşağı. O el kadının tepesinde durup baskı kurduğu sürece ben de kadını anlatmaya devam edeceğim. Kadını anlatırken aslında insanı anlatıyorum. Kadınların da eksikleri, hataları, öfkeleri var. Her şeyden önce bir birey kadın. Bireyliğini kazanırken insani özelliklerini kaybedenlerle de karşılaşmak mümkün. Bu nedenle iyisiyle kötüsüyle sahiplenmek, ona göre yaklaşmak gerekiyor kadına.

»Siyasetten, töreden, koca şiddetinden payına düşeni yaşayanlar, hayata 1-0 yenik başlamak zorunda kalanlar, bir yanı hep eksik, hep ezik kalacaklar… Kaleminle sessizlerin sesi olmaya çalıştığın açık. O buluşma nasıl gerçekleşiyor? Kim, kimi gelip buluyor çoğu zaman?
Bir üçüncü sayfa haberi, bir sinema sahnesi ya da sokakta yaşanan bir olay çoğu zaman öykü olarak dönüyor bana. Bir görüntü beliriyor zihnimde ya da bir ses çalınıyor kulağıma öykünün adımlarını duyuyorum sonrasında. Algıda seçicilik diyebilirim buna. Bir sözcük bile bir öyküyü çağırabiliyor.

»'Edebiyatın gereği' yaklaşımını saklı tutarak, yer yer üstü kapalı, yer yer doğrudan anlatımların sahibisin öykülerinde. Bu durum haliyle 'otokontrol ve otosansür' mekanizmasını getiriyor akıllara. 'Cesaret', 'Gereklilik' ya da adı sende gizli başka bir itici güç, yazarken sınırlarını neyin belirlediğini merak ediyorum.
Cesaret diyelim, yazarken cesur olmam gerektiğini hissediyorum. Mesleğimin getirmiş olduğu bir şey var, o da çeşit çeşit çocuğun elimin altından geçmesi ve onların yaşadığı bin bir çeşit sorunla yüz yüze kalmak bana çok şey öğretti. Ailesinde ensest ilişki mağduru olan nice kız çocuğuyla karşılaştım. Dayısına, amcasına âşık olan çocuklar vardı. Ailesinde şiddet görüp okuldaki arkadaşlarına işkence ederek içindeki öfkeyi kusan çocuklar tanıdım. Hep gizli tutulan bu olaylar kol kırılır yen içinde kalır sözüyle birlikte hep kapatılıp unutturulmaya çalışıldı. Sınırın olmadığını insandan öğrendim ve öykülerimde yaşanacakların da sınırı olmadığını biliyorum. İnsan yeri geldiğinde cani de oluyor, melek de. Sadece şunu biliyorum gerçekler can yakar. Ömür boyu içimizi yakan şeyleri unutmayız. İç yakan şeyler sadece öykülerde kalsın diye yazıyorumdur kim bilir?

»Kuşkusuz, yazar çağının tanığıdır. Bu anlamda, içinden geçtiğimiz o koyu karanlığı öykülerinde görmek şaşırtıcı değil. Ancak kabul edersin ki umudu inşa etmek de biz yazarların bir başka görevi, bu konuda ne söylemek istersin?
Geleceği daha iyi analiz etme becerimiz yüzünden o koyu karanlığı görüyoruz. Benim umutsuzluğum bu gerçek karşısında daha da artıyor. Ne kadar umutsuz olsam da bir gün güzel günlerin geleceği umudunu taşıyorum tabii ki. Ama bu yakın bir gelecekte görünmüyor. Ne olursa olsun mücadeleye devam edeceğiz. Öyle değil mi?

»Temiz bir Türkçe seninki. Öykülerini bu anlamda da değerli buldum açıkçası. Dilin olanaklarını kötüye kullananlara inat, her şeyin yerli yerinde olduğu bir dil öykülerinde gördüğümüz. Bu konuda ayrıca bir duyarlılığın olduğunu düşünüyorum, doğru mudur?
Türkçe öğretmeni olmamın getirdiği bir özellik olabilir bu. Anlama üzerine kurulu cümlelerim. Uzun, sarmal cümlelerde anlatım bozuklukları yapmamaya karşı özenli olmaya çalışıyorum. Okuduğum nice metinde aynı özensiz dille ben de karşılaşıyorum. Bu nedenle benim üzerime binen yük biraz daha ağır oluyor. Yazar olarak dil bilinci oluşturmamız gerektiği inancındayım.

»Nilgün Marmara ve Didem Madak’dan alıntılar var kitabında. Has edebiyatın peşine düşenler için önemi büyük, iki özgün isimden söz ediyoruz. Sendeki karşılıkları nedir?
İki şair de kitaplarıyla başucumdan ayrılmazlar. Dön dolaş tekrar tekrar okurum. Yaşamları da, edebiyatları da durup düşünmeme yol açar. Hem ölümü hem yaşamı anlatırlar bana.

»Kitabın sonuna not düştüğün ve konuya dikkat çektiğin için soruyorum daha çok, bir yandan çalışma hayatı, diğer yandan annelik ve ev kadınlığı… Yazmak ne ara ve neye rağmen?
Her şeye rağmen yazmak diye yanıtlamalıyım bu soruyu. Çünkü çok yoğun bir çalışma hayatım var. Haftanın yedi günü çalışıyorum. İki afacan çocuğum var. Onların eğitimleri, bakımları ve beslenmeleri başlı başına zaman demek zaten. Bunun yanında ev işleri de cabası tabii. Her şeyden arta kalan zamanda uykumdan feragat ederek yazıyorum. Bir öyküye çalışırken uyku galip gelirse sabah beşe alarm kurup yatıyorum ve sabah beşte en büyük kurtarıcım kahvemle kalkıp çalışmaya kaldığım yerden devam ediyorum. Bütün bu çaba sadece kendim için. Boşa çekilen küreğin bile bir hazzı vardır sonuçta. Biliyorsun bizim işimizde maddi kazanç yok. Gönül meselesi. Yazmanın hazzı yetiyor bize işte. En büyük mutluluk bu sanırım.