Okuldan sonra eve dönerken boş bir arazide toplanmış üç beş çocuk görür. Yanlarına yaklaştıkça bir yandan gülüşmeler, bir yandan hıçkırıklar kulağına gelir. Ortada etrafına çember çizilmiş bir çocuk vardır. Diğer çocuklar ona sürekli taş atarlar ve gülerler. Çocuk ise çemberin dışına çıkıp kaçmak için hiçbir hamlede bulunmaz, gelen taşlardan kendini sakınmaya çalışır. Ağlamaktadır. Murathan Mungan […]

Okuldan sonra eve dönerken boş bir arazide toplanmış üç beş çocuk görür. Yanlarına yaklaştıkça bir yandan gülüşmeler, bir yandan hıçkırıklar kulağına gelir. Ortada etrafına çember çizilmiş bir çocuk vardır.

Diğer çocuklar ona sürekli taş atarlar ve gülerler. Çocuk ise çemberin dışına çıkıp kaçmak için hiçbir hamlede bulunmaz, gelen taşlardan kendini sakınmaya çalışır. Ağlamaktadır. Murathan Mungan gördüğü bu çocuğun sonradan bir Yezidi olduğunu ve Yezidilerin inançları gereği etraflarına bir çember çizildiğinde, dışardan bozulmadıkça çemberin dışına çıkamadıklarını öğrenir. Yezidi çemberinin sanki hayatı ifade ettiğini, yaşanan olayın çemberin dışındakiler için bir komedi, çemberin içindeki için bir trajedi, olaya dışardan bakan biri içinse bir dram olarak düşünür.

Mungan’nın bu gözleminde ‘sınır’ın kavramsal ifadesi ‘kısıtlar’ ve ‘ayıran’ olarak karşımıza çıkar.

Herbert Marcuse Amerikalı filozof, sosyolog, politik felsefeci, Frankfurt Okulu’nun Eleştirel Teorisi’ne yaptığı katkılarla tanınmaktadır. Sınırlarla ilgili sözü: “Sınırlar olarak davranan elemanlar, yani sınır öğeleri dediğimiz duvarlar, bahçe çitleri, tabelalar aynı zamanda sınırın iki yakasındaki ayırma, korku, eşitsizlik, yabancılaşma ve uzaklaşma gibi sosyal tedirginlikleri tetiklemektedir.”

Bir de farklı olarak ‘sınır’ genel algının dışında bir çözüm için belirlenen değerler dizinidir. İnsanın kişisel sınırları olsun ya da yaşadığı coğrafyanın sınırları kültürleri ve kimlikleri belirler.

Alfred Adler, insanın varlık gösterdiği andan itibaren izlediği gelişmeyi fiziksel sınırlanmalarımıza bağlar ve ‘uygarlığın fiziksel sınırlanmalarımızdan doğduğu’ görüşünü ileri sürer. Bu düşünceden yola çıkarak; sınır ve engelleri, insan varlığı açısından bir ‘değer’ olarak tanımlar ve hatta çok sık olmamakla birlikte, sınırların kişinin gelişmesini sağlayan itici bir güç olduğunu söyler. Bu bağlamda bir değer olarak tanımladığımız sınırların, sanatsal yaratıcılığın ortaya çıkışı ve gelişimi için de geçerli olduğu söylenebilir.

Rollo May ‘Yaratma Cesareti’ adlı kitapta: “Tartışacağım olgu, yaratıcılığın kendisinin sınırlar gerektirdiği; çünkü yaratıcı edim insanı sınırlayan şeyle birlikte ve ona karşı ortaya çıkar,” diyor.

İnsan bilinci, varoluşumuzun ayırt edici yanıdır; sınırlamalar olmasaydı onu asla geliştiremezdik. Bilinç, olanaklar ve sınırlılıklar arasındaki diyalektik gerilimden doğup gelen farkındalıktır. (…) Bilincin kendisi bu sınırların farkına varılmasından doğup çıkar.

Müziğini nasıl bestelediği üzerine yaptığı bir konuşmada Duke Ellington, trompetçisinin belirli notalara mükemmelen ulaşabildiğini ama diğerlerini kaçırdığını, aynı şeyin tromboncusu için de söz konusu olduğunu söyleyip, müziğini bu sınırlarla, bu sınırların içinde yazmak durumunda olduğunu açıklamıştı: “Sınırlara sahip olmak iyidir,” demişti.

Sanat eserinde var olan hâkim olunmuş ve aşılmış gerilim, sanatçıların sınırlamalarla birlikte sınırlamalara karşı başarılı bir mücadelelerinin sonucudur da.

“İnsanoğlu evrenin sınırsızlığı karşısında sınırlarıyla var olur. Doğal çevresindeki sınırları deneyimleyerek korunma, güven içinde olma, mülkiyet edinme, sahiplenme, saklama, vb. içgüdülerle kendi sınırlarını yaratmaya ve mekân oluşturma eylemi ile de aslında kendini çevreden ayırmaya ve kendi çevresini yaratmaya başlar. Zaman içinde sınırı biçimlendirmeyi / dönüştürmeyi / yönetmeyi öğrenen insan sınırlarla birlikte oluşturduğu yapılı çevresi ve tüm bileşenleri ile (arkitektoniği, teknolojisi, formu, malzemesi, vb.) bir anlamda kendi kimliğini de inşa eder. Dolayısıyla sınır iki boyutlu bir çizgiden çok daha fazlasıdır.” (Sınırlanmıştan Sınıra: Sınırdan Arayüze: Sayısaldan Fiziksele – Semra Arslan Selçuk, Arzu Gönenç Sorguç)

Sınırlar özgürlüğümüzü sınırlayansa, bize özgürleşmemizin yollarını da gösteren sınırlardır aynı zamanda.

George Simmel’in şu erken önerisi de dikkate alınmalıdır; “insan yalnızca sınırlar koyan bir varlık değil, aynı zamanda sınırları olmayan bir varlıktır”.