‘Sınırlara saygısı olmayan’ların parçası: Koşucular

ÖZDE ÇELİKBİLEK

“Tüm yaşantımı yolculukta geçirdim, kendi bedenimde, kendi bacağımda yolculuk yaptım. İnce ince bir harita oluşturdum. İlk etkenlere göre testler yürüttüm. Kasları, tendonları, sinirleri ve kan damarlarından saydım. Çıplak gözlerimi de kullandım ama mikroskobun keskin bakışından da yararlandım. En ufak bir parçayı bile atlamadım sanıyorum.”

1962 yılında Polonya’nın, Sulechów kentinde doğan Olga Tokarczuk, 2018 yılında aldığı Nobel Edebiyat ödülü ile son dönemde adından en çok söz edilen Polonyalı yazarlardan biri oldu. Öncesinde, Polonya’nın en prestijli ödüllerinden sayılan Nike Edebiyat Ödülü ve ardından Man Booker Uluslararası Ödülü’nü alan Tokarczuk’un kitapları birçok dile çevrildi ve Polonya sınırlarını aştı.

Polonyalı yazar Olga Tokarczuk’un Bieguni adlı kitabı, Lehçe aslından Neşe Taluy Yüce tarafından Türkçeye çevrildi. Olga Tokarczuk’un Koşucular’ını sadece teknik açıdan incelemek, onun bu kitapta ne anlatmaya çalıştığını anlamak için eksik kalacaktır. Polonya edebiyatının bir ürününü, Polonya’nın toplumsal tarihini düşünemeden yorumlamamız ise güç olacaktır. Romantik dönem ile bağlarının güçlü olduğunu söylemekten çekinmeyen Tokarczuk’un bu eserinin, son 300 yılını adeta kırık bir fay hattı üzerinde geçiren Polonya’nın kesitlerinden oluştuğunu söylemek, okuyucu için biraz daha kolaylaştırıcı olacaktır. Ayrıca yazarın Varşova Üniversitesi’nde aldığı psikoloji eğitimi ve klinik çalışmaları sayesinde kazandığı deneyim ile Amsterdam’da geçirdiği sürede anatomi üzerine yaptığı araştırmaların, kitabın hazırlık sürecinde gözle görülür bir katkı sağladığını da vurgulamak gerekiyor.

Kitabın orijinal adı Bieguni, tarihte varlık göstermiş, Rus bir Ortodoks tarikatının adından geliyor. 18. yüzyıl, Çarlık Rusya’sında varlık gösteren ve ‘Eski İnananlar’ olarak adlandırılan bu grup, dünyanın bir şeytan işi olduğunu ve sürekli hareket halinde olurlarsa şeytandan ve onun gazabından kaçabileceklerini düşünüyorlardı.

Bieguni, Türkçe çevirisiyle ‘Koşucular’ parça parça bölümlerden oluşan, tarih, gezi, anı gibi hikâyeleri, bazen bir anlatıcı, bazen bir öznenin iç sesleri şeklinde aktarır. Seyahatlerin, gezilerin artık elimizde bize verilmiş olan bilgiler ışığında gerçekleştiği bir dünyada, bunların bir seyahat değil, anca bir ‘atlayış’ olduğunu savunan Tokarczuk, bu parça parça yaşayışın anlamını bulmaya çalışıyor. Bu kitabın öznesi bazen küçük bir kız çocuğu, ya da Chopin’in yüreğini Varşova’ya, doğduğu eve getiren kız kardeşi Ludwiga, kaybolan eşini arayan bir adam, birbirlerine mastürbasyon yapan iki Arap kadın, Kur-an okuyan bir adam olabiliyor. Bu parça parça anlatılan yaşamlar, ‘çekilen sınırlara’ rağmen Tokarczuk’un romanında, düz bir zaman çizgisi ve mekân ilişkisi bulunmadan, adeta bir kolaj çalışmasını birbirlerine dokundurmayı başarıyor. Bu parçalar bazen tek bir cümle, bazen sayfalarca süren anlatı ile okuyucuya sonsuz yorumun kapılarını açıyor.

Olga Tokarczuk, kitap ile ilgili verdiği bir röportajda, parça parça kurduğu bu romanın postmodern bir tavrının olduğunu, ama aynı zamanda bir hakikati yansıttığını da söyler. Koşucular’daki şu bölüm de hayatımızı kaplayan tüm yeni gerçeklik formlarının (sosyal medya, teknoloji, internet, ulaşım türler vb) parça parça oluşunu neden romanında yansıtmak istediğini çok iyi yansıtıyor: “Kenarda durmak. Yaşamı yalnızca bölümler halinde görmek, başka türlüsü yok. Anlar, parçalar, bir kez oluştuktan sonra parçalara ayrılan anlık oluşumlar var. Yaşam mı? Öyle bir şey yok; ben zaman içinde çizgileri, düzlemleri ve geometrik şekilleri görüyorum.”

Tokarczuk’un çocukluğu, sürekli hareket halinde olan sürgün bir aileye mensup oluşu, doğduğu toprakların geçmiş kaderi ve bugün pasaportuna sahip olduğu ülkenin içinde bulunduğu gerilimler kuşkusuz bu romanın birçok yerinde görülüyor. 1949 ve 1989 yılları arasında yaşadıkları sosyalizm deneyiminin, kendi tabiriyle yarattığı ‘hayal kırıklığı’, onun öncesinde İkinci Dünya Savaşı ile birlikte gelen işgal, toplama kampları gerçeği, 1795 yılında, Prusya, Rusya ve Avusturya tarafından bölünmeleriyle birlikte 123 yıl Polonya olarak varlıklarını sürdürememeleri, Olga Tokarczuk’un romanında kuşkusuz okuyucunun dikkatini çekecek anıştırmalara sahip. Bize sonsuz bir yorum aralığı bırakan Koşucular, eline ilk defa alacak, ya da öncesinde almış ve parçaları yerleştirememiş okuyucusu, yazarın koyduğu başlıklara dikkat kesilerek, belirttiği alıntılara, çevirmenin notlarına özenli bir şekilde bakarak, biraz sabır ve gayretle zaman yolculuğunda olgunlaşmanın, arayışın ve hakikatin izlerini sürecektir.