Ailelerinden kopan el kadar çocuklar, can havliyle botlarda titreşen yürekler, buz gibi havada yarı çıplak soyundurulan insanlar, dövülenler, sövülenler, yeni bir yaşam için bin bir güçlükle biriktirdikleri paralarına el konulanlar, en hayati ihtiyaçlarına ulaşmaları engellenenler, canhıraş feryatları bize ulaşamayanlar, hangi melaneti anlatalım, devletlerin dersinde zalimlik pek çokken.

Sınırları açın!

Alper Turgut

Mültecilik meselesi, insanlığın turnusolü gibi resmen. Hadi bizim medeniyet görmemiş memleketim ırkçıları, madem ki kaçtılar ülkelerinden, yaşamasalar da olur kafasında, peki, uygarlığın beşiğiyiz diye böbürlenen Yunan ırkçılarına ne demeli? Yunanistan polis ve askerinin insanlık dışı hareketleri, devletin refleksiyle ilintili, resmi bir şiddet bu, zaten şaşırılacak pek bir durum yok. Ancak Yunan sivillerin, Midilli adasına yaklaşan mülteci teknesini, geri çevirmek için affedersiniz adeta yırtındıklarını görünce, insana dair umudumuz da azalıyor, hiç şüphesiz. Irkçılık, her yerde başa bela ister orada ister burada, isterse de dünyanın ta en ucunda, fark etmiyor. İnsanın, insana ettiği zulüm, bitmiyor, bitemiyor.

Birkaç sene önceydi, Yemenli güzelim bir kız çocuğuna sormuşlardı, adın nedir diye, bilmiyorum demişti, ismini unutmasına takılmıştım, o ise gülümsüyordu. Ta ki baban nerede sorusuna kadar, öldü demişti, sonra tebessüm, acıyla karışır olmuş, anında gözyaşları eşlik etmişti, minicik elleriyle, yüzünü kapatmadan evvel. Travmalar çoğalıyor, konforumuz bozulmasın istiyoruz, acılar büyüyor, rahatımız kaçmasın istiyoruz, zulüm artıyor, yoksulluğumuzu dahi paylaşmak istemiyoruz. Hele hele utanç duymuyoruz, utanç! Mevcut halimize dair, en acıklı şey de bu, mahcubiyetin yerinde yeller esiyor, epey bir süredir.

Türkiye’ye sığınan Suriyeliler meselesi, ta en başından beri, öfke ve tepkisini, savaşa sebebiyet verenlere değil, onun kurbanlarına yönelten zihniyet çerçevesinde değerlendirilmeye çabalandı. Sığınmacıların mazlum olması umurlarında değildi, bir kısım, iktidarın yandaşı oldukları için susmayı sürdürse dahi, için için nefretini büyütüyordu, bazıları muhalifim ben diyerek, kendi ötekileştirilmelerinden de ders almayarak, zorunlu misafirlerimizi ötekileştirmeyi denedi. Oysa kimse masum değildi, ucuz işçi olarak sığınmacıları kullanan da reşit bile olmayan genç kızları, bilmem kaçıncı eş olarak hanesine katmaya uğraşanlar da mülteci emeğini, bedenini, geleceğini sömürmek için didinenler de suçluydu, gelin bunda anlaşalım.

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nde mülteciliği; “Herkesin zulüm karşısında başka ülkelere sığınmacı ve bu ülkelerce sığınmacı işlemi görme hakkı vardır” (madde 14/1) diye tanımlıyor. Öyleyse sığınmacılık, en doğal insan hakkıdır, itiraz etmeniz, reddetmeniz, karşı gelmeniz, bu gerçeği milim değiştiremez. Hah! Sömürgeci ve köleci geçmişiyle zenginleşen ve semiren Avrupa ülkelerinin korku ve endişesi, gelişmekte olan ülkelere oranla daha büyüktür, çünkü yaptıklarının yanlarına kar kalmayacağını, kuşkusuz bilirler. Nesiller boyu süren acı ve yıkımlara neden oldular, tüm emperyalist oyunlar, elbet bir gün ayaklarına dolanacaktı, bu dipten gelen dalgadan, bu akın akın gelen isyandan, bu tarihi rövanştan kaçış yok!

Empati yoksunluğumuz, bu büyük insanlık dramı karşısında kayıtsız kalabilmemizi sağlıyor olabilir, çünkü ekranlarımızdan yansıyan, okuduklarımız, dinlediklerimiz, dayanma gücünün çok ötesinde, çat diye çatlamıyorsak, gündelik hayatımıza hiçbir şeyde sorumluluğumuz yokmuş gibi devam ediyorsak, belki de sebebi budur. Ailelerinden kopan el kadar çocuklar, can havliyle botlarda titreşen yürekler, buz gibi havada yarı çıplak soyundurulan insanlar, dövülenler, sövülenler, yeni bir yaşam için bin bir güçlükle biriktirdikleri paralarına el konulanlar, en hayati ihtiyaçlarına ulaşmaları engellenenler, canhıraş feryatları bize ulaşamayanlar, hangi melaneti anlatalım, devletlerin dersinde zalimlik pek çokken.

Mültecileri kazıklamaya çalışan, ulaşımdan, yeme ve içmeye dek gerekli olan hemen her şeyi fahiş fiyatlarla onlara kakalamaya çabalayan pek çok insanlıktan nasibini almamış tipleme var şu hayatta. Elbette, iyi bir şeyler de var ve olmalı! İyi birileri var, güzel insanlar var, sınırın iki yakasında da varlar. Duyarlı canlar bunlar, bölüşmekten gocunmayanlar bunlar, biz birlikte olmak zorundayız diyenler bunlar, azlar ama varlar, çoğunlukta değiller ama aramızdalar, gönülleri geniş, elleri açık, vicdanları bol!

Yunanistan halkı, cuntayla mücadele etmiş bir halk, anarşist, sosyalist bir ruh mevcut, dün olduğu gibi bugünde. İçlerindeki aşırı milliyetçi, ırkçı tayfaya inat, örgütleniyorlar, sınıra ve adalara yiyecek yollamaya çoktan başladılar, geçenlerde Atina ve Selanik’te sokakları doldurdular, “Sınırları açın! Sınırlar öldürür!” diyerek. Sesleri cılız değil, dünyanın her bir köşesinde, sınırsız bir dünyanın düşünü kuranlara ulaşacak kadar güçlü bir ses bu. Bilesiniz.

Mülteci müzik grubu Orta’k Doğu’nun şarkısında; “Eğer sizin meydanlarınızda, caddelerde, sokaklarınızda dilenciler olduysak. Eğer sizin işyerlerinizde, atölyelerde, tarlanızda kaçak işçi olduysak. Eğer sizin kıyılarınıza, kumsala, plajlarınıza cesetlerimiz vurduysa. Özür dileriz” diyor ya, en nihayetinde bizler özür dileyeceğiz tüm sığınmacılardan, bunca insanlıktan çıktıysak, bunca sizlerden fayda sağladıysak, bunca acı çığlığınızı duymadıysak, size sarılmak ve yaralarınızı sarmak için bunca geç kaldıysak diyerek.

Bugüne dek, birçok mülteci odaklı film çekildi, hepsini yazsak, sayfaya sığmayacak. Yine de seyretmeyenler için birkaç yapıt önermek isterim. Elbette sinemaseverin cebini, acemice soymayı deneyen yurdum sinemasının, yüzde 45’lik bir düşüş içerisinde olmasını anlatmayı arzu etsem de böyle bir niyetim yok şimdilik. Meselem, yedinci sanatın, yakıcı mültecilik mevzusunu, beyazperdeye taşımaya ara vermeden ve hız kesmeden devam etmesidir, zaten biz biliyoruz bunları demeden, yine mi mülteciler diye söylenmeden, elbette. İşte filmler; Tekne Doldu (1980), Teknede Boş Yer Yok (1981), Umuda Yolculuk (1990), Geceyi Bekleyenler (1999), Kirli Tatlı Şeyler (2002), Hotel Ruanda (2004), Kaplumbağalar da Uçar (2004), Hoş Geldiniz (2009), Biutiful (2010), Umut Limanı (2011), Memleket (2011), Mediterranea (2015), Dheepan (2015), Denizdeki Ateş (2016), Umudun Öteki Yüzü (2017), İnsan Seli (2017), Kefernahum (2018).