Bukowski’nin basitliğindeki muhteşemlik ve Adorno’nun müzik sosyolojisi gibi bizi oluşturan şeylerden etkilendiğimiz kesin

'Sınırları merak ettik'

ÖYKÜ ÖZFIRAT

Hedonutopia, ismini haz ütopyasından alan ve 2008’de İzmir’de kurulan bir elektro-indie grubu. Günümüz anaakım müziğinin dışında işler yapan grup, edebiyattan sinemaya birçok alandan etkilendiğini söylüyor. “Üreterek yürümek” üzerinden ilerlediklerini söyleyen Hedonutopia ile yeni albümleri üzerine konuştuk.

»Öncelikle grup ismiyle başlarsak, Hedonutopia ismi nereden geliyor? Sizin için özel bir anlamı var mı?

Hedonizm ve ütopya kelimelerinin birleşmesinden gelen ismimiz; her arzumuzu deneyimleyebildiğimiz bir ada hayal ediyor ve bu adanın sakinlerinin nasıl bir müzik üretebileceğine odaklanıyor.

»Yaptığınız müziğin farklı türlerden harman bir yapısı var. Üretim aşamasında hangi türlerden ilham alıyorsunuz?

Müzik üretirken bir duygunun peşinden gidiyorsunuz. Sonra bir bakıyorsunuz türkü gibi olmuş ya da değil. Bugüne kadar dinlediğimiz yada maruz kaldığımız müzikleri kopyalamadık, onların güzellerini kendi iç seslerimizle karıştırdık sanıyoruz.

»Alternatif müzik sizce neleri kapsıyor?

Yirmi yıl öncenin alternatiflerinin alternatifleri var bugün. Kategorileştirme insanlığın geçici bir rahatsızlığı. Dinlediğimiz ya da yaptığımız müzikler alternatif sınıfa alınıyor. Bu bir okulsa eğer; Üst katın uzaklarına ötelenen bu sınıfa dikkat! Bu sınıf dinleyeceğini dinledi ve şimdi çok ses çıkarıyor. Susturmaya gelen yöneticinin bilmişliğini yumuşatan güzel sesler. Gün gelecek bu konular takip edilemez olacak. Ne kadar değişik/orijinal hissettirdiğine bakılacak.

‘Söylemek isteyip de sığdıramadığımız her şey’

»Yeni albümünüz “Yarı Cennet” ile hayranlarınızı sevindirdiniz. Şizolar şarkınızda “Şizolar mavi giysin! Herdavinyorlar” sözleri geçiyor. Biraz açıklar mısınız bu sözleri?

Onlar asıl üçüncü albümde sevinecekler. Hayranlarımızı seviyoruz ve silme süperler! Konser sonraları bu muhteşem insanların birbirleriyle tanışıp bizi sallamaz hale gelmelerine vesile olmak bile harika. Şizolar’a gelirsek; Açıklanacak bir şey yok. Her şey ortada. Sadece bir farkla: herdavinyorlar kelimesi söylemek isteyip de oraya sığdıramadığımız her şeyi anlatıyor. Dilimize yeni bir kelime katmak gibi bir niyeti yok ya da herhangi bir dile ait olma zorunluluğu yok. Bu dinleyiciye ayna tutan, muhteşem bir filmin sonunda kameraya ilk kez bakan ve bizi uyandıran o anlar gibi.

»Profesyonel müzik yapmaya ne zaman karar verdiniz?

Profesyonel miyiz bilmiyoruz. Bu kelime yalnız parayla ilişkilendirilmiş günümüzde. Müzik üretmek bedava değil ve prodüksiyonsuz bir işe yaramıyor. Genellikle albüm için bitmiş şarkılara ihtiyacınız olur biz ise sınırları merak ediyorduk. Peyote ve Karga vardı şansımıza. Yıllarca deneyimledik. Albüm çıkarmak gibi bir fikrimiz yoktu. Çünkü albüm yapmak pahalı bir iş. Bir yedi-sekiz yıl sonra şarkılardan kurtulamadığımızı gördük. Boğaziçi’nin 18. Battle of the Bands yarışmasının birincilik ödülü olan Dokuz Sekiz Müzik’ten albüm çıkarma şansına eriştik. Şimdi ise; üçüncü albümünü hazırlamış, profesyonel ve değişik bir müziğe sahip insanlar olarak keşfinize mazhar olmak umuduynan bekliyoruz.

»Şarkı sözleriniz ana akımın çok dışında kalıyor. Kendinize has üslubunuzu oluştururken felsefe ve edebiyattan besleniyor musunuz?

Bukowski’nin basitliğindeki muhteşemlik, Stirner’in evrimi çağırışı, Deleuze ve Guattari’nin arzuyu üretime yönlendirmesi, Adorno’nun müzik sosyolojisi, Jung’un havuz anlayışı, Reich’ın cinsel yaklaşımı, Hz. Muhammed ve Marx’ın para ve faiz hakkında ortak tespitleri, Zarathustra, Antik Mısır ve Sümerler’in sessizliği, Abul Mogard’ın son iki albümü, Emre Erdoğdu’nun Kar filmi, Trier’in melankolisi, Nuri Bilge Ceylan’ın kamera arkası, bütün o otobiyografiler, bütün bir yazı yalnız bir badem ağacının altında geçirmek gibi bizi oluşturan şeylerden etkilendiğimiz kesin. Dada ekolünün rastgeleselliğini birkaç yıla ölçeklendirerek söz yazıyoruz. Ortada gökten zembille inen bir söz yoksa; sözsüz nidalarla şarkıya giriş yapan vokal, bir enstrüman gibi konumlanıyor. Ardından yıllar içinde sürekli tekrarlanan vokal nidaları dada hissiyatı ve kendiliğinden bir şekilde sözleşip gün yüzüne çıkıyorlar. Bizde onları kabul ediyoruz.

»Türkiye’de gittikçe tanınan bir grup haline geldiniz. Bunun yaşantınıza etkisi nasıl oldu?

Kendimizi müzisyen olarak kabul ettik. Bu iyi oldu. Varlığımızı müzisyen göremeyecek kadar aşağılık kompleksine sahiptik çünkü. Dostlar ve insanlar “tamam be, müzisyensiniz işte” dediğinden beri, albüm dinlendiğinden beri durumu kabul ettik. Daha çok çalışıyoruz, daha çok üretiyoruz. Grubun iletişimi ve birçok meşgalesi Seray Saltık’ın kontrolünde. O’nun varlığı bizi üretimin kendisine odaklıyor, yansımalarına değil. İnsanlar bize “yürüyün çocuklar, çok güzel” dediğinden beri “üreterek yürümek” üzerine düşünüyoruz. Muhteşem filmlere tam ayarında müzikler yapmak istiyoruz. Yedi yıl boyunca, her yıl yedi şarkıdan oluşan yedi albüm yayınlamak istiyoruz. Daha çok tanındığımızdan beri bundan başka bir şey düşünemez olduk. Çünkü yetenek kolay oluşturulan kişisel bir hak değildir ve tüm insanlığa sunulması gereken bir lütuftur.

» Müzik yapmaya yeni başlayan gençlere tavsiyeleriniz neler olur? Nasıl bir yol izlemeliler?

Objektif olmalılar. Günü kurtarmak için değil mutlu melankoliye sahip bir yaşlılık için düşünmeliler. Ki mutluluk daim bir duygu değildir bize göre. Gerçekçi olup yapılmamışa yaklaşmalılar, ama bu ilgi çekebilecek bir düzey yakalamalı ki devamı gelsin. Albüm çıkarmak ya da kabul görmek zormuş gibi görünür -özellikle bizim gibi ülkelerde. Üretiminizden emin olun. Hırsız olmadığınızdan da. Kendinizi çok fazla dinlemeyin. Sadece gerekli zamanlarda. Hocanın yap dediği yapılır, yaptığı yapılmaz.

»Önümüzdeki süreçte nerelerde konserleriniz olacak? Yeni albüm çalışmaları var mı?

Kuşadası Gençlik Festivali’nde çaldık geçen hafta. Hayko Cepkin’in çıkardığı sese iki kişi ulaşmaya çalıştık. Tabi bu uzun bir yol biliyoruz. Birçok festivalde çalmak istiyoruz. Yurtdışında çalabilmek ve plak basabilmek yakın hayalimiz. Ülkemizi ziyaret eden dünya müzik kalantorlarına aynı sahnede eşlik edebilmek bizi çok sevindirirdi. Lakin bunu yapmak kolay değil. Çünkü anladığımız kadarıyla o grupların altında çalabilmek için o gruplar kadar etkileyici olmamanız gerekiyor. Tüm bunları biliyoruz. Üzerlerine düşünüyoruz. Bunun için yaşıyoruz. Vakti zamanında bir İzlandalı’nın dediği gibi; “müziğe olan bakışınızı değiştirmek için geliyoruz”. Ekim ortasında üçüncü albümü yayınlayacağız. İlk kez bir albüm kaydettik diyebiliriz. Kaan Düzarat’ın stüdyosunda (Analog Kültür) ve Taner Yücel’in evinde ve sadece Taner Yücel ile kaydettik. Kendisi yükselen bir değerimiz. Onunla müzik yapmak, kaydetmek harika.

Fotoğraf : Egecan Citim