Anında, hızlı, çabucak görüntü anlamında... Modernizmle birlikte orta sınıflara da hizmet sunan ‘portreci sokak ressamları’ fotoğrafın icadından sonra giderek azaldılar. Onların yerini ‘şipşak fotoğrafçılar’ aldı. Hatta portre ressamlarının birçoğu ‘fotoğrafçılığa’ geçiş yaptı.

Anımsayanlarımız vardır; çok kısa geçmişe kadar fotoğrafçılar sokaklarda tezgâh açarlardı. Arkalarında kente ya da farklı konuma ait panoları olurdu. ‘İstanbul Hatırası’, ‘Askerlik Hatırası’ gibi... 3 bacaklı sehpalar kullanır, körüklü makinalarla çektikleri vesikalıkları küçücük çekmecelerde, ilaçlı şişelerden döktükleri banyolarda yıkayıp tab ederlerdi. Bu fotoğrafları çekenlere halk arasında şipşakçı denirdi.

Tahtadan üç ayaklı sehpanın üzerinde körüklü fotoğraf makinesi iri objektifi ile yer alırken, arka kısımda vizör ve çekim yapılacak kartın konulduğu kanal bulunurdu. Bu mekanizmadan hemen sonra karanlık oda sol tarafta, sağ tarafında ise metalden ışık geçirmeyen yapıda 9x14 cm ebadında fotoğraf kartlarının bulunduğu kutu yer alırdı. Alt tarafında fotoğraf banyosunun yapıldığı iki banyo küveti ve çekmecesi olurdu. En arka kısımda ışık girişini engelleyen siyah bezden yapılmış kolluk bulunurdu. Üç ayaklı fotoğraf makinesinin önünde bir sandalye ve çekimi yapılacak şahsın arkasındaki duvara siyah bir bez fon konurdu. Fotoğrafçı, objektifin önündeki kapağı kaldırmadan önce fotoğraf çekilecek kişiyi uyarıp çekimi tamamlardı.

Fakat dijital fotoğraf makineleri ve akıllı cep telefonlarının artmasıyla birlikte bu meslek kaybolmuş gibi. Halen var olan şipşak fotoğrafçılar da şimdilerde zor günler geçiriyor. Sebebi de teknolojinin gelmesiyle birlikte insanların fotoğraflarını kendilerinin çekmesi.

Şipşak tekniğin kullanıldığı bir başka makine polaroid kameralar. Aslında makinelerin genel adı ‘instant camera’. Fotoğraf makinelerinin ve bu teknikle çekilen fotoğrafların adının Polaroid firmasından alması, Edwin Land’in 47’ de’geliştirdiği modelin Polaroid firması tarafından üretime geçmesi. Havada sallayarak kurutulan ve anında bakılabilen fotoğraflar doğal, samimi, hatta özgür.

Bu fotoğraf makinesinin içinde neredeyse bir fotoğraf stüdyosu ya da bir çeşit fotoğraf laboratuvarı, bir karanlık oda gizli. Fotoğraf çekildikten, yani deklanşöre basıldıktan sonra, kâğıt makineden dışarı çıkarken geçtiği iki merdane arasında var olan poşet patlar ve içindeki kimyasal kağıt üzerinde işe koyulur. Yani negatif görüntü pozitife dönüştürülür. Kağıt çıktığında sallama hareketi yapılır ve bir bakarsınız ki fotoğraf olmuş.

Polaroid renkli fotokopi hariç çoğaltılamaz. Keçeli kalem gibi malzemeler kullanmadan üzerinde oynanamaz. Polaroidler biriciktir, isteseniz de o kareden bir tane daha yoktur. Polaroidin biricikliği sanatsal anlamda fotoğrafik öğelerden ayrılarak daha fazla değer bulmakta. Polaroid fotoğrafların diğer teknikler ile çekilen fotoğraflardan tek farkı şipşak oluşları değil, aynı zamanda eskitilmiş bir görünüşe sahip oluşları. Bu da nostaljik fotoğraflar ve deneysel çekimler için oldukça önemli bir imkân veriyor.

Türkiye’ye girişi 1985’li yıllarda... Özellikle resmi kurumlarda, önceleri kabul görmeyen dörtlü vesikalık şipşak fotoğraflar uzun uğraşlardan sonra kullanılmaya başlanmış.

Polaroid meraklısı bazı sanatçılar bu şipşak efsanesini kullanarak fotoğraf üretmişler. Şahin Kaygun, Tahir Ün, Orhan Cem Çetin, Nazif Topçuoğlu ve Mehmet Koştumoğlu bu tarz fotoğraf üretmiş sanatçılarımız.

Walker Evans, Patti Smith, Robert Frank, Robert Mapplethorpe, Andy Warhol, Michelangelo Antonioni ve Andrei Tarkovsky, dünyadan isimler arasında. Polaroid tekniği sinemada sayısız kısa ve uzun metrajlı filmde, en son da 2000’de Christopher Nolan’ın Memento filminde kullanılmış.

Şipşak fotoğraf doğrudan, üzerinde oynanmamış, anı fotoğrafları tadında eskimiş ve hâlâ değerli. İnternette uçuşan fotoşopu bol beğendili fotoğraflarla kıyaslanmaz yani!