15 Temmuz Darbe Girişimi... Üzerinde türlü spekülasyon yapılan ve daha da yapılacak olan bir garip darbe... Uzun bir süre, ne olduğunu tam anlayacağımızı düşünmek de zor!

Açıklamalar, darbeyi Ordu içindeki Fetö’cülerin yaptığı yolunda; bunu doğrulayacak itiraflar da gün be gün ortaya çıkmakta. Yine de, darbenin, aptalca yanları gibi açıklanamayan yanları da çok.

Örneğin, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin önlememesini, istihbarat zaafına bağlamak ne kadar inandırıcı? Hele, iki yıldan fazla zamandır “paralel yapı” ile mücadele başlamış ve yürütülmekte iken... Hele, silahlı kuvvetler sivil iktidarın güdümüne girmişken... Hele, yargıdan polise uzanan ciddi bir temizlik yapılmışken...

Kısacası, tamam, bu naylon bir darbe değil! Bu kadar cana mal olmuş bir girişimi, iktidarın sahneye koyduğu bir tiyatro oyunu olarak düşünmek zor. İyi de, bu nasıl bir paralel yapılanmadır ki, iz bırakmadan, kuşku uyandırmadan en tepelere ulaşmış ve darbe yapacak kadar güçlenmiştir? Öte yandan, bu kadar istihbarat ve polis gücü olan devlette bu istihbarat zaafı nedir?

Tabii, bir de, bugün ahtapota benzetilen bu yapılanma ve güçlenmenin iktidarın himayesinde gerçekleştiği gibi gerçekler var. Bu örgütlenmenin başlangıcının daha eskilere gittiği biliniyor ama asıl komuta ve karar merkezlerini ele geçirmesinin AKP iktidarı döneminde olduğu ortada.

Gülen Cemaati onlara ihtiyaç duydukları yetişmiş insan gücünü sunarken, iyiydi! Aradıkları liyakat falan değil, fakat “başı secdeye değen”, daha da çok “davaya” hizmet edenler olduğundan, kamu hizmetlerini bu insanlarla doldurmakta sakınca değil, yarar gördüler. Ama “dava” bir değil iki olunca, ortaklık bozuldu ve bugünlere geldik.

Bu gerçek ortadayken, iktidardan, en azından kandırıldık demenin ötesinde bir sorumluluk beklenmekte. En başta da, bu ülkeyi, tarikatlarla, cemaatlerle, silaha dönüştürülen dini inançlarla yönetmenin ne büyük badirelere yol açacağının anlamış olmaları istenmekte.

Çünkü bugünlerin, iktidara gibi görünse de, gerçekte Türkiye’ye silah doğrultulan günler olduğunu görmemek mümkün değil. Çünkü, iktidar böyle giderse, yarın başka cemaatlerle benzer kalkışmaların yaşanmayacağının garantisi yok! Çünkü, demokrasi, hukuk devleti ve laiklik elden giderse, bugünün efendisinden daha zorba efendilerin, reislerin başa geçmesi de mümkün.

Darbe girişimi sonrasında ortaya çıkan manzara ise, iktidarın hala bazı gerçekleri görmekten ne kadar uzak olduğunu göstermekte. Tüm olan bitenler, Erdoğan’ın bu darbeyi nasıl ayağına gelen bir fırsat gibi değerlendirdiğini gösteriyor ki, herkes darbeye karşı olsa da, “demokrasi kazandı” söylemine fazla itibar eden yok.

Oysa, bu darbe girişimi, Erdoğan’ın toplumun fay hatlarını kapatmak, birbirine düşmen kesilen cephelerini kaynaştırmak, bunun için demokrasi, hukuk devleti ve laiklik açısından ortaya çıkan kaygıları giderici- örneğin başkanlık sistemindeki ısrardan, erkler ayrılığının yok sayılmasından, yargıdaki tasfiyeden, torba yasalardan, laikliğe yönelik saldırılardan vazgeçmek gibi- adımlar atması için bir vesile olabilseydi, o zaman, darbe girişiminin bastırılmasını demokrasinin kazanması olarak niteleyebilirdik.

Bunun gibi, insanları meydanlara çağırmasını bunlar üzerine temellendirseydi, kendisine muhalefet edenleri de meydanlara toplayabilirdi. Bunun yerine Erdoğan, Gezi olayında evlerde tutmakta zorlandığını söylediği kesimleri meydanlara çağırdı; bunun için camileri kullanmaktan da çekinmedi. Meydanlara toplananlar da demokrasi adına değil, Reisleri adına ellerinde sopalar, Allahü Ekber nidaları ve rabia işaretleriyle meydanlara indiler.
“Minareler süngümüz/Kubbeler miğferimiz/Camiler kışlamız ve müminler askerimiz” sözlerinin meydanlara indirilmiş halini seyrettik televizyonlarda.

Kısacası darbe önlendi ama demokrasi kazanmadı. Kazanan, iktidar ve Erdoğan oldu! En azından, bugünkü manzara öyle!

Kamuda 50 bine yakın insan açığa alındı. İçişleri bakanlığında 9 bine yakın, Milli Eğitim Bakanlığı’nda 15 binden fazla, yargıda 2745 yargıç ve savcı görevden uzaklaştırıldı; dekanların istifası istendi; akademisyenlere yurt dışı yasağı kondu. Kamudaki bu kıyımın ne kadarının paralelle ilgili olduğunu bilemediğimiz gibi, ortaya çıkan bu boşluğun nasıl doldurulacağı da bilinememekte. Uzunca bir süre için devletin birçok hizmetinin askıya alınacağını, sonra da “bendelerle” doldurulacağını düşünmek zor olmasa gerek.

Öte yandan, şimdilik, 3 ay için “OHAL” ilan edildi görülüyor; sonrası içinse ‘Allah Kerim’ dendiği düşünülebilir. Artık Kanun Hükmündeki Kararnamelerle insan hak ve özgürlüklerini iyice kısıtlamak, yetkileri arttırılmış valilerle masum insanların hayatlarını zindana çevirmek, kuşa dönmüş demokrasiye de “mevta” haline getirmek mümkün! Bir de, idam cezasının yeniden getirilmesi konuşuluyor; yeter ki, halkımız istesin!

Sonuçta, ne yazık ki, bu darbe girişimi ile başka bir darbe kapısının açıldığı ve Türkiye’nin kaybettiği beter bir noktaya geldik. Oysa Türkiye kaybettikçe, yalnız biz muhalifleri değil, Erdoğan ve iktidarını da iyi günlerin beklediğini söylemek zor.