Çünkü krizler, yolsuzluklar, hırsızlıklar, felaketler, hepsi sıradanlaştı. Geceleyin meydana gelen felaketlerin ardından “Felaketin boyutu gün ağarınca ortaya çıktı” sözü sıklıkla kullanılır. Bir gün elbette ülkeye çöken karanlık sona erecek ve “gün ağarınca” felaketin asıl boyutlarını göreceğiz.

Şimdi gizlediklerinin bazıları sadece şurada burada yapılan ifşaatların flaş aydınlığında görülüyor ve gerçi bu bile yetiyor, Ama asıl felaket boyutları devlet sırrı mahiyetinde. Çünkü devlet de ellerinde. Çünkü ha bire at izini it izine karıştırıyorlar.

Tabii ki muhalefet güçleri de bütünüyle gizli kapaklı olmayanları, yani bilebildiklerini her boyutta teşhir ediyorlar. Muktedirler bile, yeri geliyor, kanırta kanırta bizzat kendilerini teşhir ediyorlar. Teşhir edilmeyi sevmiyorlar ama iş itibara (!) filan gelince epey teşhirciler. Yazlık saraylarının şatafatını daha yeni izledik.

SINIFSIZLAŞTIRAN SINIFLANDIRMA

Teşhir bakımından bir eksiklik yok. Rejimin özellikle ekonomik alanda yapıp ettiklerinin ceremesini bütün herkes çekiyor. Bu konuda da özel bir ajitasyona gerek yok.

Asıl vahim olan iktidar ve muhalefetin “saray yanlıları” ile “saray karşıtları” diye sınıfsızlaştırılarak sınıflandırılmasıdır. Asıl sınıflandırmanın ezen sınıflar ile ezilen sınıflar arasında olduğunun unutturulmasıdır.

AKP Genel Başkanı “Din kisvesi altında sömürüye prim vermeyeceğiz!” cümlesini bile kurabildi. Elbette FETÖ’yü kastetmişti. Muhtemelen Kılıçdaroğlu da üstüne alınmıştır. O da laiklik kelimesini kullanmamakta direniyor. Belki de laiklik işini merkez sağdan Meral Hanım çözsün, bize dindarlık ve milliyetçilik yeter diye düşünüyorlardır. “Ak” Partiye karşı “Ak”- Şener! İyi de Akşener sağ seçmen gözünde Kılıçdaroğlu’ndan daha sahici; üstelik madem sağcılık güzelmiş deyip bir kısım CHP’liyi bile cezp ediyor, anketlerde durum aynen böyle. Bu kurban bayramında CHP yönetimi, “Ak”- Şener’le ortak danaya girseydi, topyekûn hacca gitseydi, Hacı-CHP olsaydı, oyu mu artacaktı?

Hal böyleyken, beylik soruyu tekrar soralım: Türkiye tam olarak nereye gidiyor? Bunun cevabını çok yakın geçmişte “yüzde elli iyi, yüzde elli kötü” yöne diye verirdik. Çünkü güçler dengesi yüzde elli-elli noktasındaydı.

Ama bu oran giderek Saraylılar aleyhine bozuluyor. Bu bir bakıma “iyimserlik” yaratabilir ama işlerin iyiye gittiğini söylemek yanlış olur. Kötümser olmak için tek sebep: Seçmenleri ve destekleri azaldıkça daha kötüleşeceklerini ve işleri daha da kötüleştireceklerini görmek yeter. Paradoksal şekilde onlar zayıfladıkça kötümserlik güçleniyor.

OHAL İLE YOL ALDILAR

Hayır, mesele seçimde değil; seçimi kendi koydukları keyfi kurallar sayesinde kaybetmeyeceklerinden adeta eminler; yeni seçim kanunu, YSK filan, seçim işini nasıl olsa hallederiz rahatlığındalar. Yani rahatsızlıkları seçim değil, giderek artan endişeleri, sandık dışında neler olacağını kestirilememeleridir. Bu yüzden, kestirmeden, “iç savaş bile çıkarır iktidarımızı koruruz” havasındalar. Şimdilik OHAL ile yol alıyorlar ve kayyumlarıyla, yasaklarıyla döverek “idare” ediyorlar.

Herkesin kabul ettiği bir durum, ekonominin ve dolayısıyla kapitalizmlerinin iflah olmaz halidir. Faşizmden yana olunca her şeye posta konulabilir. Ama faşizmde bir tek kapitalizme karşı olunamaz! Çünkü varlık nedeni odur. Tek adam rejimi olur, tek adam kapitalizmi olamaz.

Ellerindeki kapitalist devletin en önemli özelliği ise şirketleşmesidir. İnşaatçılar nemalanacaktır, enerjiciler nemalanacaktır. Elbette komisyon ödeyeceklerdir, o ayrı. İşte bu şirkete de piyasa lazım. İri kapitalistler hunharca kâr etmeyi sürdürseler bile, piyasalar, o bildik deyişle, kan ağlamaktadır. Ayrıca küreselleşme diyoruz ya, küresel şirketlerin yani emperyalizmin suyuna gitmeyen bir faşizmi de zinhar yaşatmazlar. Bu yüzden manevra üstüne manevra yapıyorlar.

EN BÜYÜK KORKULARI

Son manevra İsrail ile telefon konuşmasıyla yapıldı. İsrail yönetimi Mısır’ın üstlendiği İsrail ile Hamas arasında arabuluculuk pozisyonunu Türkiye’ye verebilecekmiş. Mısır’la da diplomatik manevralar sürüyor. Ancak Sisi’ye karşı İhvan’ın işareti diye benimsedikleri Rabia’dan vazgeçemezler. Sebebini yıllar önce de söylemiştim. Çünkü düsturları aşikârdır: Bal tutan parmağını yalar. Burada “parmak” önemlidir! Milli Nizam Partisi’nden başlayıp Milli Selamet Partisi’ne, oradan RP’ye ve en son AKP’ye kadar işaretleri tek parmaktı: “Allah bir”, manasında. Şimdi Rabia tüzüklerine girdi, dört parmak oldu. Yani? Demek ki şunu şimdiden yazabiliriz: Bal tutuyoruz diyorlar, tek parmak yetmeyince, şimdi dört parmakla avuçluyorlar ya… Gün ağaracak, asıl felaket ortaya çıkacak ve mazlumlar da onlara avuçlarını yalatacaklar! Yargılanmaktan filan değil, işte en çok bundan korkuyorlar.