Zihnin dehlizlerinden gündelik hayatın ortasına, hatıralar aleminden hayaller evrenine, insanı insanla var eden Steinhöfel, yine düşündürüyor, karakter kurgusuyla akıllardan çıkmayası bir roman okuma deneyimi yaşatıyor

Sıradan dünyanın gerçek çocuğu olarak farklı

SERAN DEMİRAL

Kendisiyle tanışmamı sağlayan Rico ve Oskar serisinin kitapları üzerine yazarken, Steinhöfel’in farklı karakterler yaratmak konusundaki becerisinden bahsetmiştim ki, birkaç ay sonra Farklı ismindeki kitabıyla hayatımın odağında yeniden yerini alması oldukça manidar oldu. Ben bazen bir yazar, müzisyen, kitap, şarkı veya bir şehir için bu gibi cümleler kurduğumda, insanlar abarttığımı düşünürler; bense yaşadığım duygunun, heyecanın hakkını ancak böyle verdiğimi hissederim - bu cümlenin sonunda dahi düşünmek değil de hissetmek ifadesini kullandığımı fark edince haklı olduğumu ‘düşünürüm.’ Steinhöfel, beğeni duygumu fazlasıyla harekete geçiren yazarlardan biri olarak, son zamanlarda değil sadece sevmek, imrendiğim sanatçılar arasında başı çekiyor; bir şekilde birbirine yakın temaları işlediğimizi düşünüp, karakterleri onun kadar iyi anlatmak için ne yapmalıyım diye, yayımlanan her kitabını defalarca okuyorum, saf edebiyatın lezzetini alarak ve yazma tutkumu beslediğini duyumsayarak...

Farklı’nın basıldığını öğrendiğimde ne denli heyecan duyduğumu ve kitabı ilk fırsatta alıp hızla okuduğumu söylememe gerek yok haliyle. Seveceğimi biliyordum ama beklediğimden ‘farklı’ydı kitap. Tanıdık tarafları olsa da, başlı başına yeni bir konuyu içeriyor her şeyden önce, arka kapaktan da okuyabileceğiniz üzere geçirdiği kaza sonucu uzun süre komada kalan Felix, hafızasını yitiriyor ve farklı bir insan olarak uyanıyor. Her ne kadar Felix’in kazadan öncesini hatırladığında açığa çıkacak bir sırrın varlığı, kitabın ana odağı gibi gözükse de, daima sonucun değil sürecin değerini ortaya koyan yazar, Farklı’da da karakterin geçirdiği dönüşümü kitabın esas konusu haline getiriyor. Buyurgan bir anne ve pek ilgili sayılmayacak bir babayla sıradan bir hayat süren 11 yaşındaki “mutlu” Felix, 12 yaşında yeniden hayata döndüğünde, insanların renklerini gören, onların kokularından sağlık durumlarını teşhis eden alışılmadık -haliyle varlığıyla rahatsız edici- bir çocuğa dönüşüyor, çocuk gibi olmayan bir çocuğa. Felix isminin anlamının ‘mutlu insan’ olduğunu kitabın açılışında öğreniyoruz, ismi seçen ve eşini bu isme ikna eden anne Melanie’nin ne kadar buyurgan bir kadın olduğunu da. Steinhöfel’in yaptığı en iyi şeylerden biri, karakterlerin özelliklerini satır aralarında kısa anekdotlarla hızlıca vermeyi başarmak, böylece roman karakterlerinin her biri ete kemiğe bürünüp gerçekdışı özellikleriyle dahi gerçek ve yaşayan insanlara dönüşüveriyorlar.

Farklı olarak uyanan Felix’in değişimi sadece duyuları konusunda olmuyor, genel olarak tavrı değişiyor; ailesinin sözünden çıkmayan uslu bir çocuk olduğu intibasını veren karakterin yerini gece tek başına sokaklara çıkan, tekinsiz mekanlarda bulunmaktan çekinmeyen, nasıl anlaşılacağını düşünmeden konuşan, sözünü sakınmayan özgür ve cesur bir insan alıyor. Açık ve doğrudan cümleler kurabilmesi, aslında onu renklere karşı hassasiyetiyle olduğundan daha farklı kılıyor. İşte bu noktada Steinhöfel’in yazarlığının tanıdıklığına değinmekte yarar var; daha önce engelli Rico’yu, Kiralık Canavar’ın güzel sesli Gianna’sını sokaklarda özgürce dolaştıran yazar, burada da Felix’e aynı özgürlük hissini tattırırken, bir yandan Çat Kapı’nın “Kayın Sokağı’na ayna tutan” farklı ailesi Schröder’ler kadar kendinden emin ve dışarıdakilerin yaftalarından çekinmeyen bir çocukla karşımıza çıkıyor.


Sadece karakterler özelinde değil, özellikle Çat Kapı’da işlediği hikayeyle toplumsal düzeyde eleştirel tutumuna aşina olduğumuz yazar, burada da okul müdürünün çekindiği, annesinin kendisi yüzünden etrafındaki insanlar tarafından yaftalanıp dışlanmaktan korktuğu bir karakter olarak kurguluyor Farklı’yı. Almanya’nın göçmenlerinden, çok kültürlü yapısından yararlanan Steinhöfel, yine yapıtında farklı kültürlerden gelen insanlara yer veriyor, insanın ancak farklılıklarıyla kendisi olduğunun altını çiziyor. Tabii bir yandan toplumun önyargılarının kaynağı hakkında sorgulamamızı yine bu sayede sağlıyor. İnsanların gelenekleri dışında olandan kaçınıp farklı olanı istemeyişleri kitapların başlıca temalarından biriyken, diğer tarafta inanılan normları ve gerçekçiliği, yetişkin olmanın ne anlama geldiğini de aynı - sorgulatmayı başarıyor. Denizkızlarına inanan, eksiğiyle gediğiyle, hatta kimi zaman fiziksel veya zihinsel engeliyle yarattığı çocukları, değil aptal yerine koymak -çocuk yerine koyma ifadesinin içerdiği anlamı düşünün!- onların öncelikle insan olduğunu hatırlatıp, yalnız kalmak isteyebilen, zaman içinde kendisini keşfeden, sokaklarda özgürce tek başına dolaşabilen, sorunlarını çözme becerisine sahip, hatta sadece kendisinin değil başkalarının sorunlarının çözümüne de katkı sunan, çevresindekilere yardım etme yetkinliğiyle, cesur ve güçlü karakterler yaratıyor. Ve belki en önemlisi, sıradan dünyanın gerçek çocuklarına özgüven aşılıyor Steinhöfel; çocuk karakterleri, korkuları olan sıradan insanlar olsalar da, bu korkuları yeri geldiğinde alt etmeyi başaran, kendisiyle birlikte hayatı tanıyan çocuklara dönüşüyorlar.

Farklı, hakiki insanların gerçekliğe yakın bir hikayesi olmakla birlikte, insanın kimi zaman “fazla siyah”, kimi zaman ismi konmamış ama herkesin ortaklaştığı kuralları yıkacak kadar cesur, kimi zamansa renkleri görecek kadar sıradışı, fakat her daim vicdanlı ve tabir-i caizse ‘insani’ olduklarının bir hatırlatıcısı. Zihnin dehlizlerinden gündelik hayatın ortasına, hatıralar aleminden hayaller evrenine, insanı insanla var eden yazar, bu kitabında da çok düşündürüyor ve harika karakter kurgusuyla akıllardan çıkmayası bir roman okuma deneyimi yaşatıyor.