Devlet Bahçeli’nin Erdoğan ve AKP her sıkıştığında imdada yetişmesi, sadece ‘fikrinin iktidarda olmasından’ kaynaklanmıyor. Birçok başka sebebin yanında, 17-25 Aralık’la başlayıp 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra bürokrasi kadrolarından Cemaatçilerin çıkarılma operasyonuna hız verilmesiyle birlikte, boşluğun MHP’nin eski ve yeni kadrolarıyla doldurulmasının da bu gayretkeşlikte payı var.

Devlet Bahçeli kendini biraz konjonktürün de izin verdiği ölçüde devletin sahibi mi görüyor bilinmez ancak, başka emareleri de bir araya getirince, memleket faşizminin kendine özgü kokusunu alıyoruz.

MHP demek, ipleri son kertede devletin elinde olan paramiliter güç demek.

MHP demek, AKP’nin paramiliterleşme hamlesinde hem ‘eğitmen’ hem ‘öncü’ rolü üstlenecek, devletin de sözünden çıkmadığı için - Güney Asya ya da Latin Amerika ülkelerindeki gibi - nispeten bağımsız güç olması tehlikesi bulunmayan (silahlı) güç demek (Tabii şimdi başka zamanlardayız, hiçbir şey yaşadığımız tarihsel gerçekliklerle örtüşmüyor, her yapılanma kontrolden çıkma potansiyeli de taşıyor).

MHP demek, devletle bütünleşik, ibresi her daim nereyi gösterdiği belli, sürprizi bulunmayan kalabalıklar demek.

Bahçeli’nin ve kendini her daim devletin sahibi gören Mehmet Ağar gibi kullanışlı kadroların esas telaşlarını, ‘devletin elden gitmesi’ gibi göstermelerinin temelinde de bu yatıyor (AKP’lilerin sakız gibi çiğnediği, anlamını kendilerinin de bilmediği ‘Misak-ı Milli’yle sınırları çizili bir ütopyadan değil de, malum devletten söz ediyorum). Sorumluluk kendilerinde olduğundan, AKP’ye gerilimi artırmama, ‘işlerini bozmama’ çağrısında bulunuyorlar.

Bu çağrının dışavurumu, kendi emrindeki gedikli katilleri ve onların yetiştirmelerini devlet kadrolarına tekrar dolduran Ağar’ın darbe komisyonundaki ‘ricasıyla’ cisimleşti:

“Eğer onlarla ilgili yapılan tüm soruşturmalarda yanlışlık olursa bunları [cemaatçiler] militanlaştırırsınız. Doğru bir şey değildir. Ortaya çıkan tablo şaşırtıcı ve dehşet vericidir. Bir devletin temeli adalet, güvenlik, savunmadır. Devletin fonksiyonlarını icra eden bu kurumların tamamında çöküntü ortaya çıkmıştır. Bu çöküntülerin onarılması gerekmektedir. Onaracak olan siyasi kadrolardır.”

Bu arada başka bir bilgiden de bahsetti Ağar: “Şimdi bakıyorum, son 10-15 günde yine bizim zamanımızdaki eski dönemlere göre bir yapılanma görüyorum.”

Son 15 gün diye bahsettiği, takribi son beş yıl. Liste Sedat Selim Ay’dan başlıyor, Emniyet’e ‘cemaat raporu’ yazan, telekulakla suçlanıp beraat eden Zonguldak Emniyet Müdürü Osman Ak’a, hatta İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya kadar uzanıyor.

Soylu’nun bakanlığı sonrasında Ağar’ın Emniyet’teki etkisi ‘fark edildi’ ama atı alan Üsküdar’ı geçti, Mehmet Ağar yetiştirmeleri kurumda yıllarını doldurdu.

Bu da aynı zamanda AKP’de ayyuka çıkan paramiliter hazırlığın, aslında Emniyet destekli olarak yıllar öncesinden başladığını gösteriyor. Gezi Direnişi’nin ardından bu ‘işe’ daha çok eğilmiş olmaları da muhtemeldir.

Dolayısıyla Ortadoğu ülkesi olmanın kendine özgü faşizmini yaşarken muhalifler sadece devletten değil, devlet destekli her türlü çeteden gelebilecek tehdide de açık.

Pogrom, iç savaş, dış savaş ve dahi üçüncü paylaşım savaşı senaryolarından senaryo beğeniyoruz ama başımıza biri ya da birkaçı birden geldiğinde ne yapacağımızı biliyor muyuz? Daha da önemlisi bunların hepsini birden engellemek nasıl mümkündür, artık mümkün müdür, imkânsızı nasıl mümkün kılarız?

Bu soruların cevapları geleceğimizi belirleyecek. Ya da karartacak…