Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

20 Ağustos 2018 tarihli BirGün’ün 6. sayfasındaki “Güngör Uras hayatını kaybetti” başlıklı haberin “Güngör Uras kimdir?” bölümü şöyle başlıyordu:

“Prof. Dr. Tevfik Güngör Uras, 22 Temmuz 1933 yılında doğdu.”

Tümceyi okuyunca, “Bu kadarı da fazla!” demekten alamadım kendimi! Çünkü “gün, ay ve yıl belirtilen durumlarda “yılında” denmeyeceğini, doğru kavramın “yıl” değil “tarih” olduğunu defalarca yazmıştım bu köşede. Dahası, son uyarımın üzerinden henüz birkaç hafta geçmişti. Aynı yanlış kullanımın kısa süre içerisinde bu denli sık yinelenmesini nasıl nitelemem gerektiğini bilemiyorum doğrusu. Yanlışların giderek sıradanlaşması çok can sıkıcı. Genç meslektaşlarımın, “Dilin Kemiği” köşesindeki yazıları her hafta kesip dosyalamalarını ve doğru yazım konusunda duraksama geçirdiklerinde başvuru kılavuzu olarak kullanmalarını içtenlikle öğütlüyorum. Unutmasınlar ki bu yazılar daha çok onlar için yazılıyor…

•••

Anlamı değiştiren yazım yanlışı

20 Ağustos 2018 tarihli BirGün’ün 7. sayfasında, “Yargıtay’ın Berberoğlu hakkındaki kararı yanlış” başlıklı haberin bir tümcesi şöyle:

“Özgenç, kararının yanlış olduğunu söyledi.”

Tümceyi böyle yazarsanız, İzzet Özgenç adlı uzman hukukçunun, kendi kararını yanlış bulduğunu söylediği anlaşılır. Oysa haberde anlatılan bambaşka bir şey! “Yargıtay’ın Berberoğlu kararı”nın yanlış olduğunu söylüyor bu kişi. Küçük bir yazım yanlışının anlamı nasıl altüst ettiğinin çarpıcı bir örneği bu tümce!

•••

Sahne nasıl “alınır”?

20 Ağustos 2018 tarihli BirGün’ün Kültür-Sanat sayfasından bir başlık:

“Kardeş Türküler Bodrum’da sahne aldı”.

Özellikle dinleti haberlerinde çok sık kullanılsa da, “sahnealmak”,Türkçenin yapısına aykırı bir söylem. İnsanın aklına, “sahneyi mi satın almışlar?” sorusunu getiriyor! “Almak” yüklemi Türkçede pek çok biçimde kullanılır. Örneğin ders alınır, karar alınır, kitap alınır, yaş alınır, hatta yol alınır ama sahne alınmaz! Sahneye çıkılır, sahnede şarkı söylenir, konser verilir, gösteri yapılır vb. Ama “sahne almak” kalıbı, tıpkı “start almak” gibi, Türkçeye yabancıdır; uzak durmak gerekir.


HAFTANIN NOTU


Mezarsız ölüler

1995 yılından beri, tam 700 haftadır Galatasaray Lisesi önünde toplanıp kayıplarının yasını tutan acılı analara ve onlara destek için gelen insan hakları savunucularına, dün doğrudan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun emriyle saldırdı polis. Sokaklar yine gaza boğuldu! Kayıp yakınları, hatta gazeteciler coplandı, yerlerde sürüklendi, gözaltına alındı. Milletvekilleri tartaklandı…

Onlar, yakınlarının kemiklerini koyacak bir mezar, sarılabilecekleri bir mezar taşı istiyorlardı yalnızca! Böylesine masum ve insancıl bir isteğe siyasal iktidarın saldırıyla yanıt vermesi, rejimin iyiden iyiye çürümüşlüğünün bir göstergesi! Oysa Başbakanlığı döneminde “Cumartesi Anneleri”yle Dolmabahçe’deki ofisinde görüşen RTE, “Kayıp yakınlarının acılarını dindirmek için hükümet olarak her türlü çabayı göstereceklerini” söylemişti.

İnsan haklarına saygılı yönetimler, çocukları gözaltında öldürülmüş / kaybedilmiş anaların barışçı eylemlerine anlayışla yaklaşır; suçluları bulup cezalandırmak yerine, kurban yakınlarına saldırmaz.

Arjantinli analar” da faşist cuntacıların benzer biçimde yok ettiğiçocukları içinPlaza de Mayo’da (MayısMeydanı) yıllarca adalet arayışını sürdürmüşler, ancak böyle bir saldırıyla karşılaşmamışlardı. Türkiye’deki “CumartesiAnneleri”nin 23 yıla ulaşan eylemi, “Mayıs Meydanı Anaları”nın direnişinden sonra dünyanın en uzun süreli sivil itaatsizlik hareketi olarak tarihe geçti. Umarız acılı aileler yakınlarının kemiklerine kavuşmak için bir 23 yıl daha beklemek zorunda kalmazlar…

•••

“Mezarsız Ölüler”, Jean-Paul Sartre’ın ünlü bir oyunudur. 1960’larda Adalet Ağaoğlu çevirisiyle sevgili Günay Akarsu’nun İzlem Yayınları’ndan çıkmıştı. İşkence sahneleriyle dolu ağır bir oyundur. Gözaltında devlet eliyle yok edilenler, nedense bana hep bu kitabı anımsatır…