Teknoloji aracılığı ile insanı var olmanın anlamından uzaklaştıran gelişme, yeni ve karşı konulmaz merkezi olmayan bir otoriteye boyun eğmeye zorluyor.

Sıradanlaşma tuzağına düşmemek için
Salgın sürecinde ev ile iş arasındaki sınırların ortadan kalkması dijital tüketimi hızlandırmıştı.

İnsanlık, tarih boyunca kurtulamadığı, kendini hep geriye çeken sıradanlığın yeni bir atağı ile karşı karşıya. Bu kez insan, yalnızca vahşi bir savaşın ya da savaşların dayanılmaz, yok edici etkisi nedeniyle değil, yavaşça etkisini artıran, boğma eğilimi her geçen gün biraz daha yakından duyumsanan sıradanlaşma, kültürsüzleşme nedeniyle tehlikede. İnsanın özgürleşmesine, hareket yeteneğine, kültürel gelişimine ket vuran, onu gereksizleştiren kökleri eskide ama yeni bir tehlikeden söz ediyoruz.


Teknoloji aracılığı ile insanı var olmanın anlamından uzaklaştıran gelişme, yeni ve karşı konulmaz merkezi olmayan bir otoriteye boyun eğmeye zorluyor. Bu otorite rahatlık vadediyor, “düşünmene gerek kalmadı, her şey senin dışında gelişecek, sen yalnızca sonuçları görecek, ürünleri satın alacak, her geçen gün daha kolaylaşan bir hayata sahip olacaksın” diyor. Sanal dünyaların yaygınlaşması, iş ev ayrımının kalkması, insanlar arası ilişkilerin zayıflaması, azalması, giderek yok olması, ilişkilerin içeriksizleşmesi, işaret diline benzer tuhaf bir dilin sosyal medyadan yazıya taşması, hâkim olması, emojilerin, avatarların gerçek insanın duygularının ve kendisinin yerine geçmesi bu yeni dünyanın görüntüsüdür. Düşünmenin gereksizleştiği böyle bir atmosfer, insanı tek düze sıradan insana dönüştürür.

Düşünmeyin düşünmek yüktür!

Böyle bir dünyada sıradanlığın keyfini süren, düşünmek için herhangi bir dürtüye isteğe sahip olmayan insanların varlığı ve giderek çoğalmasına karşı ne yapılabilir? Tehlikenin kaynakları neler, sıradanlaşma nereden sızıyor, bizi en kolay nereden vurabilir, nereden ele geçirebilir? Saldırının nihai hedefi düşünmenin gereksizleştirilmesi en aza indirilmesi, kelimesiz, cümlesiz düşünmeye doğru yoksullaştırmak olacaksa kuşkusuz öncelikli hedef dildir. Çünkü dilsiz düşünce olmaz. Dili yoksullaştırmak, aynı zamanda sorgusuz onaylanacak uzman dili haline getirmek, birbirini tamamlayan gelişmeler olarak karşımıza çıkıyor. Dil düşünmenin aynı anlama gelmek üzere ideolojinin vazgeçilmez aracıysa, dilin farklılaştırılması, geniş kesimlerin kullanımına sunulan yönlendirilmiş dilin egemen hale gelmesi kaçınılmaz olur. Bu gidişe karşı çıkılamazsa, aydınlar bu tuzağın farkına varamaz dilin, dildeki değişimin ideolojik özelliğini gözden uzak tutarlar, karşı çözümler üretmezlerse zaten zayıf olan halkla iletişimleri tümüyle kopacaktır.

Adorno’nun liberallerin saptırmak Marksizm karşıtı bir tez gibi sunmak için epeyce çaba gösterdikleri “kültür endüstrisi” yeni bir aşamaya tırmandı. Önceki yüzyılın kaba kültür endüstrisi bir sıçrama gerçekleştirdi, tekniğin hızlı gelişimi ile yeni olanaklara kavuştu. Adorno’nun ifadesiyle “asıl etkisini aydınlanma karşıtlığında gösteren kültür endüstrisi doğa üstündeki gittikçe artan teknik bir egemenlik olarak aydınlanma (…) kitleleri aldatma haline gelmekte, bilinci zincire vurma yöntemine dönüşmektedir.” (Kültür Endüstrisini yeniden düşünürken, Cogito-2003 Adorno özel sayısı içinde, s.83) Adorno bu durumun sorumluları arasında aydınlara da özel bir yer ayırır. “Herkes biliyor, diye yazar, bu aydınların hangi cep romanlarını, basma kalıp filmleri, dizi halinde yayımlanan ailelere yönelik televizyon programlarını her derde deva köşelerini ve fal sütunlarını savunduklarını. (…) Aynı zamanda insanlara türlü türlü faydası olduğuna mesela bilginin hayat derslerinin, gerilimi azaltıcı davranış biçimlerinin yayılmasını sağladığına da dikkat çekerler. Ama halkın nasıl politik anlamda güdümlü bir biçimde bilgilendiğini anlatan her sosyolojik araştırmanın gösterdiği gibi yayılan bilgi sıradan ve vasattır.” (Agy, s80) Adorno’nun bu değerlendirmesinin üzerinden yıllar geçti, şimdi artık aydınlara verilen görev daha incelmiştir ve felsefenin grift, anlaşılması zor metinlerinde kendine yer bulmakta aydınlar teorik çerçevesi sunulmuş bir yanılgının gönüllü gönülsüz savaşçılarına dönüşmektedirler. Bu nedenle aydınlarda sıradan bir aydınlanma düşmanlığının güç kazanması da garipsenmemelidir. Şimdi bu gelişme artık aydınlanmayı neredeyse tümüyle teknik gelişmeye ve onun “karşı konulmaz” ürünlerine, üretimi gizleyen tüketime indirgeyerek, hem içini boşaltı hem de egemenler için daha kullanışlı hale getiren bir aydınlanma eleştirisine dönüştü.

Sermayenin yeni kazanç alanları

Yeni dönemin göz kamaştıran Metaverse’ü, NFT’si, sermayeye yeni alanlar açar, insanları bu sanal dünyalara çağırırken, merkezdeki yerini koruyan ve pornografiyle pazarını genişleten film endüstrisi, sinema kültürünü insanların birlikte olduğu salonlardan bilgisayarlara, Netflix’lere, Disney’lere ve benzerlerine sürükledi; tiyatro ve benzeri birlikte olmanın hazzını hâlâ koruyan kültürel faaliyete ayrılan mekânlar ve zamanlar kısıtlandı. Kuşkusuz bu teknik yeniliğin arkasında, onu besleyen felsefi bir akım, hâlâ etkisi süren, sabun gibi kaypak bir ideoloji olarak ömrünü uzatmayı başaran post modernizm var. Post modernizmin algıyı esas alan, gerçeği isteğe bağlı sisler içinde bir olguya dönüştüren post truth sapkınlığı aydınların şiddetli eleştirisine karşın çekici bir konformizm vaadi nedeniyle etkisini sürdürüyor. Hayal dünyasının albenisi yüksektir; gerçekler ise her zaman kolaylıkla sindireceğimiz durumlar olmayabilir. Bu da kitleleri teknik olanaklarla zenginleştirilmiş, yenilenmiş bir kitle kültürüne sığınmaya yönlendiriyor. Bu yeni dünyada hayal kırıklıklarının baş göstermesini umabiliriz; ama Marx’ın “yabancılaşma” ile kapsamlı bir şekilde anlattığı mekanizma, yeni yöntemlerin peşini bırakmayacak, kitlelerin uyutulması, uyuşturulması görevini hakkıyla yerine getirmek için kimi zaman eski olanı boyayarak, kimi zaman alışkanlıkları, Oblomovlukları besleyerek “yenilikler” bulmakta gecikmeyecektir.

Yeni dönemin henüz sonuna kadar gidemediği ortadadır. Amaç, insanın yalnızlaştırılması, birlikte olmanın örgütlü olmanın dayanışmanın yarattığı “tehlikelerden” korunmasıdır. Fabrikaların parçalanması, taşeron yöntemlerinin yaygınlaştırılması, on binlerce kuryenin, yani ağır işçinin bir anda kendilerini “esnaf, kendi kendinin işvereni” olarak bulması bu kapsamdadır. Pek çok işyeri kapatılmış ya da en az elamanla çalışır hale getirilmiştir. Ötekiler, yakasının rengi ne olursa olsun “elemanlar”, işçiler ise artık işe gitmek zahmetinden kurtarılmışlardır. Ufukta yapay zekâ fantezileri. İşi ve işçiyi gereksizleştireceği söylenen robotik dünyası var.

***

Teknolojideki toplumsal gereksinimlerden bağımsızlaşmış, özetle internette simgeleşmiş önü açık gelişme aydınların tembellikten kurtulmasını, nesnel durumun gereklerine uygun, gelişmeyi inkâr eden değil değiştirmeyi devrimci bir tarzda anlamayı ya da başka bir ifadeyle ona hâkim olmayı gerektiriyor. Yaşadığımız dönemin diyalektiği olup biteni seyretmeyi, ona tabi olmayı değil gelişmenin içinden karşı tezi güçlendirecek düşünceyi ortaya çıkarmayı zorunlu kılıyor. Yanıt sorun neredeyse orada, sorunun içinde aranır. Bu işin kolay bir iş olmadığı, pek çok olguya ve faktöre bağlı olduğu kesin, ama diyalektik düşünce sorunu yalnızca teoride çözümlemeyi değil pratikte aramayı öngörür.

11. Tez’de öngörülen ve genellikle çevirilerde es geçilen ya da vurgulanmayan “yalnızca” sözcüğünü bir yana bırakmamakta yarar vardır. Çünkü bu tez, kültür dünyasını, “kültür endüstrisini” yetkinlikle tahlil eden ve geleceği öngören Adorno’nun iddia ettiği gibi “otoriter biçimde” ileri sürülmemiştir. (Eleştiri toplum üzerine yazılar, Belge Yayınları, s.117) Tezin “yalnızca yorumlamayı değil, değiştirmeyi” öngörmesi de bundandır…