Filmleri ‘ideolojik ölçütlerle izlemek’ günümüzde çoğunlukla olumsuz çağrışımlar içeren bir tanıma dönüştü. Aslında analitik düşünsel süreçlerle tanışıklığı bulunan birçok insanın ‘filmi izleyip geçmek gerek’tiğini söylemesi çok tuhaf... Bu tavrın bir nedeni sinemasal kodlar konusundaki bilgi yetersizliğidir belki, ama okudukları kitabın ideolojik boyutlarını tartışabilen kişilerin sinema-ideoloji ilişkisini bu kadar hafife almasının asıl nedeni ‘bakış’ ve ‘görme’ olgularını küçümsemeleri gibi görünüyor.

‘Bakma-görme’nin ‘okuma’ya kıyasla uçucu bir doğası olduğu doğrudur. Kitap okurken sayfalar arasında dolaşıp istediğiniz satıra geri dönebilir, on yıl önce okuduğunuz bir kitabı elinize alıp tekrar inceleyebilirsiniz. Filmdeyse görüntüler gözünüzün önünden akıp gider. Böyle bakıldığında bu ikisi arasında “söz uçar, yazı kalır” ifadesini anımsatan bir karşıtlık ortaya çıkıyor. Ama görüntü o kadar güçlü bir olgu ki, bu indirgemeci karşıtlığa yüz vermemek, sinemanın üretim süreçlerini ve anlatı yapısını belirleyen ideolojik yapıyı asla küçümsememek gerekiyor.

Örneğin Hollywood sinemasının en önemli türlerinden olan western filmleri a) toplumu kötülerden kurtaran ve koruyan kahraman beyaz erkek, b) bir ‘vaadler ülkesi’ olarak ABD’nin ‘yeterince Amerikan’ olan herkese sunduğu sonsuz olanaklar, c) dünyayı Nazi zulmünden kurtaranın ABD ordusu olması gibi bazı mitlerin kurucu ve taşıyıcısı olan ideolojik anlatılardır. Altından başka hiçbir şeyi umursamayan, aile kurumunu ve kiliseyi önemsemeyen kovboyları anlatan ‘spagetti western’lerin sıradan Amerikan seyircisi tarafından sevilmemesinin nedeni de bu kodlara uymamasıdır.

Yapacağı filmin on milyonlarca insan tarafından izleneceği kesin olan bir yönetmen 2019 yılında hikâyesi 1969’un sinema dünyasında geçen bir film yapıyorsa burada politik, psikolojik, ekonomik, estetik ve tarihsel boyutları olan bir düşünsel üretim süreci var demektir. Quentin Tarantino’nun bir western oyuncusunu anlattığı yeni filmi Once Upon a Time in Hollywood/Bir Zamanlar Hollywood’da da son derece ideolojik bir film. O kadar ki, “Tarantino Trump’ı destekliyor” deseniz kimse inanmaz ama bu filmi gösterdiğinizde kimse itiraz edemez.

Kariyerini kodlara uygun kovboy filmleri üzerine kurmuş bir aktör ve dublör arkadaşının 8 Şubat-9 Ağustos 1969 arasında yaşadıklarını anlatan BZH’de gösterilen ve gösterilmeyenlere bakalım şimdi:

Gösterilmeyenler:

1) Tüm dünyayı dönüştüren ‘68 hareketleri.

2) ‘Vietnam’da öldürülen bin komünist’e dair bir radyo anonsu ve sapkın hippi kızın “Vietnam’da her gün insanlar öldürülüyor” cümlesi hariç, Vietnam Savaşı.

3) Nixon başkan olalı bir ay geçmesine rağmen, güncel politika.

4) Süresi üç saate yaklaşan ve Jimi Hendrix, James Brown gibi isimlerin zirve yaptığı bir dönemde geçen film boyunca, Playboy partisinde dans eden iki kadın ve finalde bir sağlık görevlisi dışında tek bir siyahi insan görülmez - görünme süreleri toplamda sadece bir dakika. Los Angeles sokaklarında bile tek bir siyahi yoktur.

Gösterilenler:

1) Sürekli aşağılanarak sunulan hippiler.

2): Meksika restoranları, Meksikalı işçiler, film-içindeki-film sahnelerinde sürekli Meksika’ya yapılan göndermeler: Meksikalılar tarafından kuşatılmış bir Los Angeles. En fecisi de, Cliff’in Meksikalı valenin arabayı getirmesini beklerken restoranın önünde ağlayan Rick’e güneş gözlüklerini uzatıp “Meksikalıların önünde ağlama!” demesidir. Güçlü beyaz Amerikalı erkek imajının Meksikalı işçiler önünde yıkılması yasaktır!

3) Tüm kadınların sapkın ya da cadaloz olması -Sharon Tate hariç. Ama o da iyi-kötü kavramlarının ötesinde bir arzu nesnesine dönüştürülerek sunulur.
Bazen bir filmin kuruluşunda ideolojik katmanlar o kadar güçlüdür ki, bu yazıda gördüğünüz gibi, filmin sinematografik estetiğinden söz etmeye bile zaman bırakmaz.