Homeros’un ünlü destanında Sirenler’in büyüleyici seslerine kendilerini kaptıran denizciler yollarını şaşırıp ölüme sürüklenirler. Varolmak için işitmemeleri gerekmektedir. Geminin kaptanı Odysseus bunu bilir ama Sirenler’i dinlemeye de kararlıdır. Bu nedenle mürettebatına kulaklarını balmumuyla tıkamalarını, kendisini direğe bağlamalarını, yalvarsa dahi çözmemelerini emreder. Nitekim Sirenler’in bölgesinden geçerken Sirenler’in büyülü müziğine kendini kaptıran Odysseus mürettebatına bağları çözmeleri için yalvarır. Kendinden tamamen geçmişken hiçbir şey duymayan ve Sirenler’den etkilenmeyen mürettebatı, Odysseus’u çırpındıkça daha da sıkı bağlar. Sonunda Sirenler’in bölgesinden çıktıklarında ve Sirenler’in etkisi geçtiğinde, Odysseus’u çözerler ve yollarına devam etmeyi başarırlar.

Adorno ve Horkeimer, Aydınlanma’nın Diyalektiği’nin bir bölümünde, Odysseus’un Sirenler’le olan bu öyküsünü; toplumsal işbölümüne, sınıfsal ayrıma bir örnek olarak yorumlar. Odysseus’un mürettebatının tek görevi gemiyi güvenli bir şekilde Sirenler’in bölgesinden uzaklaştırmaktır. Sirenler’in büyüleyiciliğinden bir tek kaptan Odysseus etkilenecektir. Ama eşitsiz bir toplumda, iktidar sahibi de zevkin tadını tam olarak çıkaramaz. O kendini korumaya almalıdır. Sirenler’den estetik hazzı alır ama kendini tam olarak bırakamaz. Çünkü kendini bırakması, iktidarı da bırakması anlamına gelir. Mürettebat ise estetik hazdan tamamen yoksun bırakılır.

“Kim var olmak istiyorsa geriye getirilmezin çekiciliğini duymamalıdır ve bunu da ancak Sirenleri duymazsa başarabilir. Toplum her zaman bunu sağlamıştır. Çalışanlar dinç ve dikkatlerini toplamış bir biçimde ileriye bakmak, kenarda kalanları yerlerinde bırakmak zorundadır... Öteki olanağı, başkalarını kendisi için çalıştıran mülk sahibi, yani Odysseus seçer. Direğe bağlı ve kendinden geçmiş bir şekilde dinler, çekiciliğin gücü arttıkça bağlarının daha çok sıkıştırılmasını ister... Arkadaşları sömürücünün yaşamını kendilerininkiyle birlikte tek bir yaşamda yeniden üretir, ve o da toplumsal işlevini artık terk edemez. Odysseus’u geriye dönülmez biçimde pratik yaşama bağlayan bağlar aynı zamanda Sirenleri de pratik yaşamdan uzak tutar. Çekicilikleri, sadece düşünme konusu, sanat halinde etkisiz duruma getirilir. Sanattan alınan haz ve el işçiliği tarih öncesine veda ederken birbirinden böyle ayrılır.”

Adorno ile Horkheimer kapitalizmde gelişen efendi-uşak diyalektiğinin izdüşümünü Homeros dönemine yansıtır. Oysa mitolojiden kurtuluş, geleneksel egemenlik ilişkilerini demokratikleştirme ifadesi olarak soyluluğa karşı verilen sınıf savaşlarında gerçekleşir. Bedensel ve zihinsel faaliyetin birbirinden ayrılışı gerçekten de bu dönemde başlar. Sanat meslek olarak icra edilen özel bir faaliyet durumuna gelir; ancak kamuyu ilgilendiren bir sorun ve toplum yaşamında güç olmayı elden bırakmaz.

Yasalar ve yasak koyucular günümüzde işlevine devam ediyor. Toplumsal muhalefete yasak konuyor. Bakanlar Kurulu, Birleşik Metal-İş Sendikası’nın 10 ilde 22 fabrikada başlattığı grevi “milli güvenliği bozduğu” gerekçesiyle 60 gün erteleme kararı alıyor. Muhalif sanat engelleniyor. Sanatın etkisi yalnızca büyüsünde midir, aynı zamanda onun izleyicisinin yorumunda, etkilenmesinde, kendi yaşamından izler bularak yaşamını sorgulamasında ve değişmesinde değil midir? Sanat pratik yaşamdan ayrı düşünülebilir mi? Sanatın bir güç olarak etkisini bilen iktidar, yoz sanatı dayatıyor, onu yalnızca estetik bir norm olarak yansıtıyor ve dolayısıyla sanatı etkisiz hale getiriyor. Muhalif sanatın üretici sınıfla buluşmasından korkuyor.

Sirenler’in sesinin işlevi yalnızca büyüsü ise Odysseus değişmeyecektir, o kulaklarını balmumuyla tıkadığı mürettebatını yönlendirmeye devam eder. Değişen bir şey yoksa Sirenlerin büyülü sesi ne işe yarar? Sanattan alınan haz ve el işçiliği tarih öncesine veda ederken ve birbirinden böyle ayrılırken, bugün ‘ne yapmalı’yı sınıf mücadelesi ile birlikte sanatta kulvarında da hayata geçirmeliyiz.