Her yöne sonsuzca uzanan sınırsız ilk maddenin içinde, yerel anaforlarla yeni dünyaların yaratıldığını söylemişlerdi

Her yöne sonsuzca uzanan sınırsız ilk maddenin içinde, yerel anaforlarla yeni dünyaların yaratıldığını söylemişlerdi Anaksimandros ve Anaksimenes tam iki bin altı yüz yıl önce. Dünyayı kendi kendini doğuran (natura naturans) canlı bir hayvan olarak tahayyül eden bu kadim düşünürleri doğrulayan bir sürü olay gerçekleşti ve gerçekleşmeye devam ediyor. Ve şimdi yeryüzünün belli başlı metropollerinde başlayan bölgesel anaforların estirdiği yeni bir dünya rüzgârını sırtımızda hissediyoruz. Benjamin Malamud’un Kiev’deki Adam romanındaki, Spinoza’nın Etika’sını bir kopek karşılığında bir eskiciden satın almış Kievli adamın kitabı okurken sırtında hissettiği aynı kasırgayı hissediyoruz belki de (“Birkaç sayfa okudum ve sırtımda bir kasırga varmışçasına okumaya devam ettim”): bizleri mevcut dünyanın ötesine kaçıran, mevcut dünyanın tüm statik hesaplarını allak bullak eden, önümüzde yeni olasılıklar alanı, yeni bir dünya açan rüzgârı.
 
ZİHNİN "DELİ" RÜZGÂRLARI
Mevcut dünyanın içinde yürürken ya da odamızda otururken zaman zaman sırtımızda hissettiğimiz bir rüzgârdır bu; şeyler arasındaki ilişkiler başka türlü  olunca, dünyanın da çok daha farklı olabileceği düşüncesi zihnimize şöyle bir dokunduğunda, aslında bizi ürperten bu rüzgârdır. Tüm yerleşik değerlerin, sağduyu dünyasının anlık zihinsel çöküşünü yaşatır bize, birden göçebeleşir düşünce ve şeyler arasında yepyeni ilişkiler gözlerimizin önünde belirirken, mevcut ilişkilerden bir kaçışı duyumsarız. “Bir kaçış bir tür çılgınlıktır; çılgın olmak kesinlikle yoldan çıkmaktır” diyordu Deleuze (şarkılarda, türkülerde deli rüzgârdan söz etmeleri boşuna değil, deli rüzgârlar, gönülleri de deli deli estiriyor). Bizi kaçıran rüzgârda demonik, iblisvari bir şeyler vardır; zira “iblisler tanrılardan farklıdırlar, çünkü tanrıların sabit nitelikleri, özellikleri ve işlevleri, yurtları ve kodları vardır: yollarla, sınırlarla ve harita çıkarmayla ilgilidirler. İblislerin yaptığı ise aralıklar boyunca ve bir aralıktan diğerine sıçramaktır” diye tamamlıyor sözünü Deleuze.
 
1790 yılında odasında çıktığı  yolculukları kaleme alan De Maistre, düşüncenin bu yoldan çıkarıcı, iblisvari özelliğini kendince keşfetmişti: “Bence insanın düşüncelerini, herhangi bir rotayı takip ediyormuş gibi davranmadan; tıpkı bir avcının avını sürmesi gibi izlemesinden daha hoş bir şey olamaz. Ben de odamda gezerken nadiren düz bir çizgi boyunca yol alırım” diye yazıyordu (Odamda Seyahat, Odamda Gece Seferi, İletişim Yayınları). Deli deli esen rüzgâr, nerede olursak olalım yakalıyor bizi, yerimizden yurdumuzdan edip bir avcı-toplayıcıya dönüştürürken göçebeleştiğimizi fark ediyoruz. Sonra birden diniverir rüzgâr, zihinsel dünyamızda tek bir yaprak bile kıpırdamaz;  gündelik işlerin biteviye tekrarına kaptırıp,  düşüncenin ve hayatın ana yolunda, bize dayatılan rotasında ilerlerken buluruz kendimizi.
 
BİR ŞEHRİ DÜŞLEMEK
Deli rüzgâr yerleşik dünyanın yerleşik öğelerini darmadağın ederek yeniden kurma imkânı tanıyor bize. Kadim filozoflar gibi yerel anaforların içinden bir dünya kurulabileceğini, evrenin yeniden terkip edilebileceğini duyumsuyoruz. Italo Calvino’un Görünmez Kentler anlatısındaki Kubilay Han da oturduğu yerden imparatorluk topraklarında seyahat edilebileceğini keşfetmişti. Kentlerin birinden diğerine yolculukla değil, öğelerin değişmesiyle gidilebileceğini fark eden Kubilay Han; “Marco Polo’nun anlattığı kentlerden özgürce yola çıkıyor, kenti parça parça söktükten sonra terkibini yeniden ayarlayarak parçaların konumunu ve duruşunu değiştirip başka türlü yeniden kuruyordu.”
 
Tophane’deki MARS (Mimarlık Araştırmaları  Stüdyosu) Italo Calvino’nun Görünmez Kentler kitabından yola çıkan, kentlerin göstergelerini, anılarını ve arzularını yeniden terkip eden bir sergi yer alıyor. Küratörlüğünü Pınar Öğrenci’nin gerçekleştirdiği bu sergide bir kez daha yakalıyor rüzgâr bizi; on bir sanatçının işlerinde yansıtılan kentin farklı yüzeyleri, küçük galeri mekânında yerel bir anafor yaratarak, bir kentin başka türlü de kurulabileceğini düşündürtüyor bize. Pınar Öğrenci’nin videosunda tahta bir perdenin arkasında sürüp giden inşaat faaliyetini merak eden kent sakinlerini görüyoruz mesela. İçeride ne haltlar karıştırıldığını merak edenler tahta perdenin aralıklarından içeri bakmaya çalışıyorlar. Tom Waits’in ‘What’s he building in there’ parçasının sözlerindeki gibi, ‘ne inşa ediyorlar orada?  Bizden bir şey saklıyorlar ve bilmek bizim de hakkımız.’
 
Bizlerden bir şeyler saklanarak inşa edilmiş bir dünyanın haritalanmış yollarından bizi kaçıracak deli rüzgârları sırtımızda hissediyoruz. Yeni bir dünya yaratacak anaforların esintileri ürpertiyor bizi.
Not: Tophane’deki MARS’ın mekânında yer alan ‘Kristal Şehir’ sergisini 18 Kasım’a kadar izleyebilirsiniz.