Mafya yöntemleri nicedir gündelik yaşamımızın bir parçası. Bakanından mafya liderine ülkücü çetelerden kundakçı, tekmeci, linç-severlere uzanan bir tehdit silsilesine maruz kalıyoruz. Kabadayılığın "dik duruş", öfkenin "hitabet sanatı", tehdidin "terbiye şartı" sayıldığı memlekette ne Selin Sayek'e Böke'ye yapılan suikast tehdidi ne CHP'li vekillere gözdağı ne de Demirtaş'a yüksek perdeden edilen hakaret tesadüf. Tıpkı MSM'nin kundaklanma girişimi ya da hayır çalışması yapan Haziran üyelerine yönelen saldırılar gibi. Kendini "milli irade"nin sopası olarak görenler, demokratik siyasete, basına, toplumsal muhalefete savaş açıyorlar.

O silahlar

Failler, kulaklarının çekilir gibi yapılıp akabinde sırtlarının sıvazlanacağından eminler. Devletin tepesinin kendileri ile aynı hislere sahip olduklarına inanmışlar bir kere. İlk celsede ellerini kollarını sallayarak mahkeme salonundan çıkacaklarını da biliyorlar. Şayet salıverilmelerine güçlü bir itiraz gelmezse sokaklarda "devlet için", "millet için", "reis için", "din için" dehşet saçmaya devam edecekler. Birileri de onları kahraman ilân edecek. Suçu ve suçluyu övmekten tahkikata uğramak da demokrasi ve barış talep edenlere düşecek! Bu hep öyle oldu demeyin. Sıfatı "sivil" olan hiçbir dönem bu denli yoğun, bu denli sistematik ve bu denli aleni bir hukuksuzluk sarmalına sürüklememişti toplumu. Esnaf "gerektiğinde" asker, polis, hakim olmamıştı; dünürler "siren" işlerine girmemişti; "çoluk çocuk" pompalı tüfek almamıştı mesela. "Dindar ve kindar nesil" yetiştirmek resmi öncelik haline gelmemişti; akademisyenlerin kanıyla duş yapacağını açıklayanlar şehir şehir miting düzenlemiyordu hani. Şimdi ulu orta tehdit savuran örgütlü suç liderlerinin, sözüm ona darbecilere gözdağı vermek için silahlananların, silahlarını iktidar bloku tarafından referandumda hayır diyecekleri için "terörist" ilân edilen milyonlara doğrultmayacağını nereden bileceğiz?

Buyurmuş tepedekiler 16 Nisan'da "evet" çıksın görecekmişiz. Gözaltına alınıyoruz, ihraç ediliyoruz, parkta sokakta saldırıya uğruyoruz, adliye koridorlarını ziyaretten işimizi yapamıyoruz acaba daha hangi zulüm var yapmadığınız? Daha neyi göreceğiz?

İntihar öyle mi?

Muhaliflere yönelen her gözaltı ya da ihraç dalgası sonrasında emek ve basın örgütleri bilanço açıklıyor. Sayıların ne denli kabardığını o bilançolardan takip etmeye çalışıyoruz. Oysaki gerçekler çok daha ağır çoğu zaman. Hiçbir kategoriye girmeyen mağduriyetler peşi sıra yaşanıyor. Sürgün edilen, mobinge maruz kalan muhalifler istifaya ya da intihara sürükleniyor. Mutsuzluk ve kaygı zindana çeviriyor iş yerlerini.

Gencecik bir bilim insanı, Mehmet Fatih Traş aramızdan ayrıldı. Kayıtlara intihar olarak geçti fakat bu bir kendi yaşamına son verme değil; uzun zaman alan failleri de bir o kadar çok olan bir "ölüme bırakma". Doktorasını bitirmek üzere olan birçok araştırma görevlisi KHK ile bir gecede güvencesiz kadrolara geçirildi. Doktoraları sonrasında çalıştıkları okullarda devam etmeleri için gerekli olan işlemler de böylece fakülte ve rektörlüklere verildi. Barış için akademisyenler metnine imza atan araştırma görevlileri doktora derecelerini alır almaz işsiz kaldılar; imzacı oldukları için de başka üniversitelerde kadro bulamaları mümkün değildi. Her çaldıkları kapı yüzlerine kapandı. Mehmet Fatih de benzer durumda olan bilim insanlarından biriydi. Belli ki bu zulüm karşısında adım adım gelecek umutlarını kaybetti. Traş'ın ölümü, "bedel ödemeye" giriyor mu takdir sizin, ama genç bir akademisyeni aramızdan alan sürecin bir adı var o da örgütlü kötülük!

Hesap sormak

Bu düzenin kokuşmuşluğunun kanıtı soru sorana tahammül dahi edememesi. Kim olduğunuz önemli değil, itiraz ettiğiniz an sizden kötüsü, sizden haini yok. Şimdi Mehmet Fatih'in meslektaşları hesap sormak istediğinde o meşum "siz teröristsiniz" korosu devreye girecek. Fethullahçılıktan suçlu bulunan, ihraç edilen hakimlerin, savcıların kararı ile milletvekilliği düşürüldüğünde, cumhuriyet yazarları ve yöneticileri içeride tutulduğunda, kripto-Fethullahçıların hazırladığı listelerle muhalifler KHK listesine konulduğunda susmamız istenecek. Sınır içinde, Nusaybin'de neler olduğunu bilemeyeceğiz ama El Bab'dan müjdeli haber alıp gururlanmamız beklenecek. El-Bab'da yaşamını kaybeden askerin yakını "ne için, kimin için savaştı bilmiyoruz" dediğinde homurdananlar Ankara'dan Membiç, Rakka düşleri kuracak! Her fırsatta "yerli ve milli" olduğunu iddia edenler, "Hans'ın, George'un sözüne bakarak iş yapmam diyenler" yabancıya KDV'siz gayrimenkul satışını yasalaştırıp dolar bekleyecek, parayla vatandaşlık satacak, pazarcı mazot fiyatını hatırlatınca Bakan sırtını dönüp yürüyecek! Kusura bakmayın beyler "gonuşmadan gecmeyceniz, cevap verceniz". Kadınlara, gençlere, emekçilere hesap vereceksiniz!