İkinci Dünya Savaşı’nın son yılları, vakit ikindi sularıdır. İstanbul’u kenar mahalledeki kulübelerden konaklarına kadar tanıyan, seven ve sevdiren, sevimli ve muhterem Sermet Muhtar, Kadıköy iskelesinde vapur beklemektedir.

“Birinde beyaz ketenden kabuk gibi ceket, pantolon; öbüründe bej rengi faniladan mum gibi elbise”, soluk soluğa iki kişi gelir, karşısındaki kanepeye oturur.

Bu sırada iskeleye Ada’ya gitmek üzere “Bayraklı” dedikleri lüks bir vapurcuk yanaşır.

Ve “beyaz keten” elbiseli adam, arkadaşına “lokantası, büfesi, içkisi miçkisi velhasıl derununda kuş sütünden mâadâ hepsi tamam” vapuru göstererek başlar konuşmaya:

“Köprüden daldım içine. Tıkır tıkır yolu tuttuk. Oh kekâ, dünya varmış. Sarayburnu açığında garsona seslendim: Aman bana bir nargile! Herif, yok demez mi? O saniye tepemden vurulmuşa döndüm. Yiyecek, içecekten kuş sütünden başkası bulunsun da nargile bulunmasın!”

“Nargile” nasıl bir keyif aracıdır ki, “efendi”den adamları bile çıldırtmaktadır?

Sermet Muhtar, daha sonra büyükbabasının süt kardeşinin nargile müptelalığını da gerçekten nargile lezzetinde anlatacaktır:
“Evimizde ona mahsus bir nargile vardır. Her gelişinde selâmünaleyküm der demez uşağına el çırpardı:

“Aaaarifff, nargilemi ihzar et!”

İllâki Arif hazırlayacak. Âlânın âlâsı tömbeki cebindeki kutuda. Bir içimliğine ne kadarını ıslatıp lüleye koyacağını, üstüne ne miktar ateş konduracağını ancak o biliyor.

Dahası var: Şişenin içini dışını ağafendi kendi eliyle yıkayacak. İçilecek sudan, önce bir bardağa boşaltıp berraklığını, meselâ küpün dibinde azaldı mazaldıysa tortulanıp tortulanmadığını, muayeneden sonra şişeye dolduracak.

Vehimli bir hazretti de. Nargile sırf ona mahsus, kapalı bir yerde saklı; fakat gelen gidenlerden biri gizlice kullanıvermiştir, marpucunun ucuna belki dudak ucu değmiştir diye pike yeleğinin cebindeki miniminnacık bir cigara ağızlığına benzeyen gümüş zıvanayı, kehribanın deliğine geçirir, ondan sonra duman savururdu.”

Genç ömrümüz, üstat Sermet Muhtar’ın bunları yazdığı yıllara erişmedi, ama eski “Galata Köprüsü” altında “Ümmü Gülsüm Çayevi”nde nice nargile tiryakisi ile ahbaplığımız olmuştur ki, “Galata Köprüsü” isimli kitabımızda anlattığımız gibi, “hatırlı” müşterilerin kendilerine ait nargileleri vardı ve o nargileyi bir başkasının kullanması da asla mümkün değildi.

Bir de tabii nargile içmenin adap ve erkânı...

Yine Sermet Muhtar’ın ahizesine dayayalım kulağımızı:

“Nargile tiryakisinin lülesinden cigara yakmak, derhal cinlerini başına üşüştürür, çileden çıkarırdı.

Sanki ölmüşlerine sövülüp sayılmış. O anda ifrit kesilir:

“Bre dürzü, yanındaki masada duran ateşdanı (pirinçten ateş mangalcığı) kör gözün görmüyor mu?” diye girişerek ağzı açıp gözü yumar, ardından tezgâhtara haykırırdı:

“Al şu mereti, turfa oldu gitti. Yerine başkasını getir!”

Ayrıca nargile içilecek mekân havadar ve mümkünse bahçeli olmalı, kimse kimseyi rahatsız etmemeli, bir de siyaset yapılmamalı...

Sermet Muhtar, eskinin İstanbulunda “nargilekeşan”, yani nargile çekenleri de şöyle sınıflandırmaktadır:

“Görmüş geçirmişlik, pişkinlik, eski kurtluk davasında bulunan takım, hele dükkân tezgâh sahibi Uzunçarşılılar, yorgancılar, sandıkçılar, terlikçiler, kabzımallar, tulumba reisleri...”

Yüzyılın başında İstanbul’da nargilesi meşhur yerler ise şöyledir:

Mahmutpaşa mahkemesi ile Ayasofya camisi meydanlarındaki, Beyazıt’ta türbenin bitişiğindeki, Aksaray’da Muratpaşa camisinin avlusundaki kahveler; Eminönü’nde Valide kıraathanesi, Köprü’nün Boğaziçi iskelelerinde Ligor’un kıraathanesi; Emirgân’da Çınaraltı...

Dumanına revnak katmak amacıyla nargile içmenin bir adabını da not düşelim ki, bunun için de şu dört koşul yerine getirilmelidir:

“Şişe, meşe, köşe, Ayşe...”

Yani nargilenin “şişe”si iyi, ateşi “meşe” kömüründen olacak, güzel bir “köşe”de içilecek ve “Ayşe” adı pek önemli olmasa da güzel bir “hatun” tarafından sunulacak...

Bitirirken bir revnak da ateşi adına verelim ve bakalım “eski”nin garsonları nargileyi nasıl sunarlardı?

“Doldur! Bir
Marpucunun ucu gümüş baş
Lülesi altın baş
Tömbekisi Isfahan işi
İsteyen iki kardeş
Doldur! Adamakıllı!”
Keyfiniz revnaklı olsun efendim...