Müfit Can Saçıntı’yla, nam-ı diğer Mandıra Filozofu “Çeşitli kesimlerde siyaset dar anlamıyla tanımlanıyor. Siyaseti de öyle yapıyorlar zaten. Böyle bir siyasetin kimseye bir faydası yok. Sistem değişmedikçe değişen bir şey olmayacaktır toplum için” diyor.

Sistem değişmeden bir şey değişmez

Süreyya KÖLE

Bir rüyanın içinde adımlıyoruz sanki hep birlikte. Bizim için ütopik denilebilecek bir gerçekliğin içinde soluk alıp veriyoruz sayılı saatliğine de olsa. Doğaçlama gelişen bir programla Tunceli’de buluşuyoruz son yılların en itiraz edeni, tüm yanlışlara karşı olanı, Müfit Can Saçıntı’yla. Nam-ı diğer Mandıra Filozofu’yla.


Siz de benim gibi Tunceli’ye ilk kez geliyorsunuz değil mi?

İlk kez geliyorum ama ilginçtir ilk kez gelmiş gibi hissetmiyorum hiç. Sanki on, on beş yıldır burada yaşıyorum. Böyle hissetmemeliyim aslında. Burası özellikleri olan bir şehir çünkü. Herhangi bir şehir değil. Turne yaptığımız için rahatlıkla söyleyebilirim, kentlerin çoğu kendine has özelliğini kaybetmiş durumda. Neredeyse tüm kentler birbirine benziyor artık. Ben bunu bir ara karakterini kaybetmişlik olarak tanımlıyordum, insanlar bozuluyordu, ne yani bize karaktersiz mi demek istediniz, diyordu. Tabii ki öyle demiyorum. Bir kentin fark yaratan özelliklerinden söz ediyorum ben. Bunun pek kalmadığına dikkat çekiyorum.

Komünist Başkan’ın topraklarındayız. Bu da bir sıcaklık duyma sebebi olabilir mi sizin için?

Olabilir, evet. Şu anda Türkiye’nin tek komünist belediye başkanı Tunceli’de. Dedim ya, Tunceli özellikleri olan bir şehir. Bu anlamda, özelliğine yeni bir özellik daha kattığı açık.

Gezdiğiniz kentlerde en çok dikkatinizi çeken ne?

Gelişmenin ölçüsü AVM olmuş. Kenti gezdirirken, Abi biz falanca yerden daha gelişmiş durumdayız bizde AVM sayısı daha çok, diyorlar.

Bir teselli yakalamak adına soruyorum, bu AVM’lerde sinema, tiyatro var mı?

Tiyatro değil de, bazılarında sinema var. Bundan daha da fenası, büyük olarak tanımlayacağınız pek çok kentte ne sinema, ne tiyatro salonu var. Gelişmişliğin ölçütü bu olsa çok daha doğru olurdu sanırım.

Sizinki tek kişilik gösteri değil mi, standup olarak tanımlayamayız sanırım?

İkisi birbirinden çok ayrı şeyler. Dertleri ayrı öncelikle. Standup denilince oluşan algı çok daha başka. Tiyatro demek de pek mümkün değil. Onun da kendi içinde dramatik bir yapısı var çünkü. Benimki meddahlığa daha yakın, denilebilir. Ancak mendil ve bastonla sınırlı kalmadığı, işin içine müzik, görsel, video vb faktörler girdiği için, tam olarak o da değil. Seyircinin beklentisini etkilememek adına, yaptığımız işi çok da tanımlamak istemiyorum aslında. Özetle, geleneksel tiyatroya göz kırpan modern bir gösteri biçimi olduğunu söyleyebilirim.

Son yıllarda siyasi mizah üzerindeki baskı konusunda ne düşünüyorsunuz?

Bunu tam belirleyebilmek için birilerinin siyasi mizah yapmaya kalkması, birilerinin de bunu engellemek adına bir şey yapması lazım ki konuyu daha net görüp üzerine konuşabilelim. Bu konuda bizim cephemizden bir istek, bir girişim var mı acaba? Dolaylı bir baskı olduğunu reddedemeyiz elbette. Paranla bile olsa oynayacak salon bulamamak gibi. Kendi oyunum üzerinden örnek verebilirim. Tunceli Belediyesi’nin 350 kişilik salonuna 500 kişi sığmaya çalıştık. Yüzlerce seyirci de salona giremedi. Valiliğin daha büyük salonu olduğu halde belediye tarafından kullanılmasına izin verilmedi. Komedi yine de daha avantajlı dramatik tiyatroya göre. O oyun türündeki engellemeleri daha açıktan ve çok görüyoruz. Bu konuda dikkatimiz direkt siyasi iktidara yönelebilir ama durum tam da öyle değil. Her siyasi partinin bir yerel iktidar alanı söz konusu. Her partinin güç sahibi olduğu bir belediye var. İsim de verebilirim. Levent Üzümcü oyunu için sahne bulamıyorken ona sahip çıkacak bir belediye hiç mi yoktu? Belediyelerinizin reklam panolarında sürekli belediye başkanınızın fotoğrafları dönüyor. Dışarıdan bir yabancı gelse panodakini pop yıldızı falan sanır. Bu işlerde en önemli olan, duyuru, tanıtım. Bu konuda destek sağlayın hiç olmazsa.

Gösterinizde fark ettiğimiz, sivrisineklerle uğraşmıyor, direkt bataklığa dikkat çekiyorsunuz.

Evet, konu, şu siyasi parti, bu siyasi lider falan değil benim açımdan. Mesele kapitalizm. Antikapitalist misin? Demokrat mısın? Hukuk devletinden yana mısın? Antifaşist misin? Antiemperyalist misin? Siyasetçiler ve siyasi partiler üzerinden mizah yapmak hiç zor değil ama benim doğrudan tercihim değil.

Salonda genç kardeşlerimizin sayısı oldukça fazlaydı fark ettiniz sanırım.

Genelde yüzde 20 civarında olurdu bu oran. Tunceli’de daha fazlaydı, evet. Küçük yaşlarına rağmen oldukça da bilinçlilerdi. Uyarmak zorunda hissettim kendimi bir ara. Bu kadar da ciddi düşünmeye, bu kadar siyaset bilmeye gerek yok o yaşta. 14 yaşında, çocuk denilebilecek bir genç, bu ağır sorumluluğu hissetmemeli omuzlarında. Çocukluğunu yaşamak çok daha kıymetli. Ama geçenlerde yine açıklandı, okuma yazma oranı çok yüksek olan bir şehirdeyiz şu anda. Gençlerin erken yaşta bilinçlenmesine şaşırmamak gerekir.

İnteraktif bir gösteri sizinki. Seyirciyle etkileşim halindesiniz sürekli. Seyirciye ilişkin gözleminiz nedir?

Düşüncesini söylemede önce bir çekingenlik oluyor. Herkes kendi dışında birinin başlamasını bekliyor. Başlatan genelde bir kadın seyirci oluyor. Bu yaşamda da böyle. Bir toplu ulaşım aracındaysanız ve o anda tepki gösterilecek bir durum varsa genelde ilk sesini yükselten hep bir kadın oluyor. Erkekler peşinden geliyor.

Okul yıllarından da bildiğimiz bir durumdur. Öğretmen adımızla seslendiğinde pek bir mutlu olurduk. Benzer durum seyirci için de geçerli sanırım.

Seyirciyle tanışmak ve onun farkında olduğunuzu göstermek önemli tabii. Oyun boyunca laf attığım seyirciler oluyor. Bir süre sonra yalnızca adını seslendiğinizde bile diğer seyircilerden reaksiyon alıyorsunuz. Çok hoşlarına gidiyor. Benimle bir fotoğraf çektirirsin artık, ben de ünlü oldum, diye takılanlar oluyor gösteri çıkışında. Bazen de, bana yevmiye vermeyecek misin, gösteri benim sayemde komik oldu, diyen oluyor.

Sürekli itiraz halinde olmanız size karşı genelde bir sempati yaratsa da farklı yaklaşımlarla karşılaştığınız oluyor mu?

Abi seni çok seviyoruz ama keşke siyasete fazla girmesen, diyenler çıkıyor kimi zaman. Siyasete girmesen dediği konu, siyasi bir lidere azıcık dokundurmuş olmam. Siyaseti bu sanıyor. Oysa ben siyaseti ondan çok önce, sistem eleştirisinde bulunarak yapıyorum. Siyaseti dar anlamıyla tanımlıyorlar. Siyaseti de öyle yapıyorlar zaten. Böyle bir siyasetin kimseye bir faydası yok. Sistem değişmedikçe değişen bir şey olmayacaktır toplum için. O anlamda ben partici değilim. Bir ülkeyi ülke yapan temel değerler için mücadele etmeyi daha anlamlı buluyorum. Bu benim için, hukuk, laiklik, demokrasidir. Bunun için parti kurmaya gerek yok. Bu konuda Twitter bile çok daha etkili, yeri geldiğinde.

Gösterinizde siyasilerin yaşı üzerinden gerçekleştirdiğiniz bir bölüm var. Aralarında kadın siyasetçi olmayınca, kadına ilişkin pozitif bir ayrımcılık mı var, diye düşünmedim değil.

A yok. Baktık ona da. Yaşı tutmuyordu. O yaş grubunda olsa onu da konu ederdik mutlaka. Burada konu cinsiyet değil. Pandemi döneminde yaş üzerinden çok fazla insan mağdur edildi. Oysa kendileri siyaset yapmaya devam ettiler. Alzheimer hastaları için belli bir rutini sürdürmek çok önemli mesela. Buna engel olarak insanları yaşamdan kopardılar, ömürlerini kısalttılar. Bir anlamda yaşarken öldürdüler insanları. Sonra da çıkıp 65 yaşındaki biri taksi şoförlüğü yapamaz diyorsun. E sen kaç yaşında ülkeyi yönetiyorsun. 65 yaş üzerini eve kapatıp kendin fellik fellik geziyorsun.


Sizi “Olacak O kadar” günlerinden tanıyoruz. Mizahın sert yüzü geliyor bir anda aklımıza tabii. Hazır konu kadın siyasetçilerden açılmışken, Işılay Saygın’la ciddi sorun yaşanmıştı o günlerde değil mi?

O korkunç bir konudur. Sırf kadın olduğu için üzerimize gidildi. Yalnız bırakıldık. Şimdi hayatta yok kendisi ama dönüp o günkü gazetelere bakılabilir. Biz onu neden konu etmişiz araştırılabilir. Bir bakan olarak lise öğrencisi kızlara yaptığı şey ortadadır. O bunu o kız çocuklarına yaparken biz onu konu etmekten neden kaçınacaktık ki? Bekâret kontrolü ne demek? Ölünün arkasından konuşmak bizde hoş karşılanmaz. O nedenle fazla konuşmak istemiyorum. Ancak herhangi bir siyasetçinin yaptığı yanlışı, alçakça bir uygulamayı da unutacak değiliz. Kadın haklarından söz ediyorlar. O kızlarımızın kadın hakları ne olacak?

Toplum olarak ucu bize dokunduğunda mizahı kaldırabiliyor muyuz?

Bu, mizahı kimin yaptığına bağlı biraz da. Sizden emin olmaları gerekiyor. Yaptığınız mizahın ardında bir art niyet olmadığını bilmeleri. Birbirini tanıyanlar arasında çok sert espriler döner mesela. Ama kimse de birbirine alınganlık göstermez. Ama siz o mizahı televizyona, tiyatroya çektiğinizde iş başkalaşıyor. Ayrım yaptı, diyen de çıkıyor, ötekileştirdi, diyen de. Bu başka ülkelerde de böyle. Amerika’da siyahilerle ilgili esprileri yalnızca siyahiler yapabiliyor. Hatta beyazlarla ilgili de yapabiliyorlar. Beyazlar siyahlarla ilgili yapamıyor. Tabii bunu bir eleştiri olarak söylemiyorum. Bu bir tespit. Burada niyetin ne olduğu önemli biraz da.