Dünya Gıda Günü, kutlanacak bir yanı kalmayan gıda sistemini derhal ve kalıcı bir biçimde dönüştürmemiz gerektiğini bir kez daha ortaya koyuyor. Daha iyi bir yaşam için ihtiyacımız olan ise kamucu gıda sistemleri.

Sistem değişmeli
Gıda sistemlerini derhal ve kalıcı biçimde kamucu bir anlayışla dönüştürmemiz gerekiyor. (Fotoğraf: AA)

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO), 1945 yılında kurulduğu gün olan 16 Ekim Dünya Gıda Günü olarak kutlanıyor. Her yıl farklı bir tema ile kutlanan Dünya Gıda Günü’nün bu yılki teması ise “Kimseyi Geride Bırakma. Daha iyi üretim, daha iyi beslenme, daha iyi bir çevre ve daha iyi bir yaşam” olarak belirlenmiş.

Dünyada herkesi beslemeye yeterli gıda mevcut olduğu halde milyonlarca insanın sağlıklı, güvenli ve besleyici gıdaya erişimi anlamında ‘gıda güvencesi’nden yoksun biçimde geride bırakıldığı bir gıda krizi deneyimliyoruz.

Bu krizi, savaştan kaynaklanan bir küresel arz sıkıntısına indirgeyemeyeceğimiz ortada. Endüstriyel tarıma dayalı gıda sistemi, Covid-19 salgını, çatışmalar, iklim değişikliği, enflasyon ile günbegün derinleşen krizin temelini yapısal sorunlar oluşturuyor. Finansal spekülasyona dayalı neoliberal gıda sisteminin başarısızlıkları ve bunun bir uzantısı olarak biçimlenen küresel ticarete dayalı “gıda güvencesi” stratejisi, gıda krizini dünya nüfusunun yüzde 29,3’ünü doğrudan etkileyen bir soruna dönüştürdü.

FAO, Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu (IFAD), Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), BM Dünya Gıda Programı (WFP) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından yayımlanan “Birleşmiş Milletler Gıda Güvencesi ve Beslenme Durumu (SOFI) 2022” raporuna göre yetersiz beslenme yaygınlığı 2019'da yüzde 8,0 iken 2021'de yüzde 9,8'e yükseldi. Açlık Covid-19 salgınından bu yana 150 milyon artarak 2021'de 828 milyon insanı etkileyen bir soruna dönüştü; Afrika'da 278 milyon, Asya'da 425 milyon ve Latin Amerika ve Karayipler'de 56,5 milyon kişiyi etkiledi. Dahası gıda güvencesizliğinden en çok etkilenenlerin başında kadınlar olduğu görüldü.

sistem-degismeli-1075889-1.

NÜFUSUN YÜZDE 21'İ YETERLİ BESLENEMİYOR

Dünya Gıda Programı’nın (WFP) “Küresel Gıda Krizi 2022” raporuna göre ise yükselen fiyatlar 82 ülkede 345 milyon insanı akut gıda güvencesizliği riskiyle karşı karşıya bırakırken 50 milyon insanı acil duruma ve 882 bin insanı da afet düzeyinde bir felakete sürükleme riski taşıyor. Ülkemizdeki durum da ciddi boyutlara ulaştı. Nüfusun yüzde 22`sinin dengeli ve yeterli beslenememe sorunu yaşadığı, yüzde 8,5`in ise açlık sınırında yaşadığı ifade ediliyor.

Veriler bizlere gıdada bir acil durum seviyesine ulaştığımızı ve sorunu sürdürülebilirlik miti çerçevesinde ele alarak bir avuç sermayedarın kârını artırma güdüsüyle çözmeye yeltenen politikalardan ve gıda güvencesini tarımsal emek süreçleri ile kırsal alanların biçimlenişinden bağımsız tarif etmekten vazgeçmek gerektiğini kanıtlayan bir nitelik taşıyor. Zira, FAO “Kimseyi Geride Bırakma” temasını irdelerken dünya çapında aşırı yoksulların yüzde 80'inden fazlasının kırsal alanlarda yaşadığını ve birçoğunun da hem kamusal hizmetlere erişim sorunu yaşayan hem de afetlerden en çok etkilenen, geçimlerini tarım ve doğal kaynaklardan sağlayan kır nüfusunun oluşturduğunu vurguluyor. Öyleyse gıda krizi yapısal bir krizin parçası olduğu için çözümü de ekonomik modelin ve buna dayalı kurumsal düzenlemeler ile emek süreçlerinin değişmesini gerektiriyor.

Hükümetlerin kısa vadeli ve genel geçer yanıtları da bu nedenle işe yaramamaktadır. Ülkemizdeki örnekler de göstermektedir ki vergi indirimleri, raf indirimleri gibi türlü teşviklerin şirketlere yönelmesi insanların, yeterli miktarda, nitelikli ve güvenli gıdaya ulaşabilme hakkının ihmal etmektedir. Tarım arazilerinin tahribatı, sözleşmeli üretim teşvikleri, üreticiye yönelik desteklerdeki yetersizlikler, pazara erişim engelleri de cabası. Böylesi yaklaşımlar soruna sınırlı bir alandan bakarak anlamlı bir çözüm üretmek bir yana eşitsizliklerden beslenerek krizi perçinliyor. Bu nedenle Dünya Gıda Günü kutlanacak bir yanı kalmayan gıda sistemlerimizi derhal ve kalıcı bir biçimde dönüştürmeye yönelik bir aciliyeti ortaya koyuyor.

Kuşkusuz ki böyle bir aciliyetin merkezinde küresel piyasalardan, tedarik zincirlerinden ve şirketlerden bağımsız bir gıda sistemi perspektifi yer almalıdır. Birkaç ülkenin ve şirketin elinde toplanan küresel tedarik zincirlerinin, Covid-19 salgınında da gördüğümüz gibi toplumsal ihtiyaçlara yanıt üretmekten çok uzak olduğu ortadadır.

Buğday krizi de gıda güvencesinin uluslararası ticarete bağımlılığının başarısız olduğunu kanıtlamaktadır. Bu çerçevede ticaret kurallarının topluma ve gezegene hizmet edecek şekilde dönüştürülmesi, gıda ile ilgili finansal spekülasyonun yasaklanması, kamunun köylü tarımını desteklemek için politikalar oluşturması gibi öneriler dünyanın farklı yerlerinde yaygınlaşarak tartışılmaktadır.

GIDA SİSTEMİ KAMUCU OLMALI

Herkes için temel bir ihtiyaç olan gıda hakkının temini için, “daha iyi üretim, daha iyi beslenme, daha iyi bir çevre ve daha iyi bir yaşam” için ihtiyacımız olan şey demokratik ve kamucu gıda sistemleri oluşturmaktır.

Bunun için de küçük ölçekli gıda üreticilerinin küresel piyasalardan, kuralsızlaştırılmış pazarlardan ve spekülasyondan bağımsız üretmelerine yönelik politikaların geliştirilmesi hedeflenmelidir. İklimsel, politik ve ekonomik şoklara da dayanıklı bir biçimde kendi tohumlarımızla üretebilmemizi ve topraklarımıza erişebilmemizi de hedefleyen böylesi bir gıda sistemi bunlara ilişkin bir gıda egemenliği mücadelesi ile tesis edilebilir.