Sistem kelimesinin anlamına baktığımız zaman, ‘Bir sonucu elde etmeye yarayan yöntemler düzeni’ olarak, tanımlanabilir.

Futbol için sistemin tanımlarsak, topa sahip olunduğu veya kaybedildiği zaman dilimleri içerisinde, savunma ve hücum prensipleri üzerinden metodolojik olarak kurgulanan sonuca yönelik taktiksel bütünlüktür.

Antrenör bazında sistemi ele aldığımızda, subjektif bakış açısıyla savunma ve hücum prensipleri üzerinden oluşturulan oyun felsefesi demek sanırım doğru olur.

Antrenörlük ve oyun felsefisini yan yana getirip bir anlam bütünlüğü yaratmaya çalışırsak; bu işin piri Cruyff’a kulak vermemiz zorunluluk olur. Onun anlatacaklarının içindeki farklılıklar, futbol adına gerçekten olması gerekenler üzerine ayrıntıları vermektedir:

"Mesele koşturmak değil, gözleri açık tutup oynamaktır; bunda ustalaşırsanız ‘Total Futbol’un özünü kapmış olursunuz..."

“Takımın çıkarına en büyük hizmet, öylesi yetenekli bir oyuncuyu en uygun, en iyi şekliyle kullanmaktır ve zirvenin esas numarası, elinizdeki tüm yetenekleri en avantajlı şekilde kullanırken bir yandan da iyi takım kurabilmektir.”

Türkiye’de teknik direktörlerin donanımlarına gerçekçi bir yaklaşımla baktığımı zaman, nitelik değerlendirmesi içindeki mesleki figürleri bakımından hepsi ‘küresel aktör’ özelliklerini reddederek birer ‘yöresel figür’ olarak önlerine hedefler koymaktadırlar.

Böyle bir izahı yapmamdaki önemli gerekçeler ise, futbola karşı beklentilerin ‘rant’ kurgusu üzerinden skora endeksli olması ve bu gerekçenin vermiş olduğu kolaylık (!) yüzünden, sistem ve ayrıntılar üzerinden bütünlük sağlamak yerine, oyuncular üzerinden sonuca gitme kolaylığını sağlayan isteğin oluşmasıdır. Çünkü, hem yönetici bakından hem de antrenör bakımından futbol böylece daha kolay yönetilmektedir.

Derwal, Milne ve Piontek’ten sonra, benzer antrenörlük anlayışında Jesus’un gelip Fenerbahçe’ye antrenör olmasıyla birlikte birtakım tartışmaları da beraberinde getirdi. İşin içine çomak soktu gibi bir şey oldu…

‘Sistem’, ‘taktiksel bütünlük’, ‘kadro derinliği’ ve ‘taktiksel rotasyon’ üzerinden tartışmalar yapılmaya başlanınca, yorumcular ve futbol kamuoyu bir şeylerin kendileri adına yanlış gittiğine dair, ya da bir şeylerle yüzleşmenin vermiş olduğu kaygı ile yeni kelimeler ile yeni cümleler kurmaya başladılar.

Oysaki, ‘kadroyla bu kadar oynanmaz’ ve ‘böyle offside taktiği ile sorun yaşanır’ gibi, bize ait olan yöresel cümleler üzerinden eleştirmeye başlamışlardı.

Özellikle Sivas maçı sonrası bu konuşmalar iyice değişmeye başladı.

Neden?..

Fenerbahçe 10 kişi kalmasına rağmen taktiksel bütünlüğün temelini oluşturan ön baskı ve 2. bölgedeki set oyunundan taviz vermeden devam etmesi ve futbolda olması gereken ama biz de olmayan bir kurguyu deneyip başarılı olması bizim hiç alışık olmadığımız şeydi…

Jesus için kolay bizim için zor olan bu hamlenin herkes tarafından anlaşılmış (!) olması, şaşkınlık içinde onu kutsal bir mertebeye getirdi.

Halbuki, geldiği günden itibaren, kendi adına oluşturduğu tüm prensipleri üzerinden bir bütünlük oluşturarak tüm takımı bunun üzerinden çalıştırmaya başlamıştı. Mesleği buydu, bunun için para alıyordu.

Buradaki ayrıntı, mesleğin tüm etik ve ahlaki değerlerine önem vererek donanımları konusunda takım oyuncuların ikna etmesiydi. İkna olmanın yarattığı etki de futbolcuların hocalarına karşı ciddi saygı duymaları neticesinde, oyun bazında istikrarı ve sürdürebilecek başarıyı yakalayabileceklerine olan güvenlerinin artmasını sağladı.

Bir antrenör futbolcuların saygınlığını iki şekilde kazanır. Birincisi; yaptırdığı antrenmanların tüm ayrıntılarının ortak bir amaç etrafında bütünleşerek tüm futbolcuların performanslarının yükseleceğine olan inançlarının artmasını sağlaması, İkinci olarak da maç esnasında saha kenarındaki antrenörün yapacağı hamlelerin ve söylemlerinin maçı kazanmak için doğru ve yeterli olacağı konusunda ikna olmalarıdır.

Bizim için bu süreç zordur, meşakkatlidir, ayrıntıdır, zamandır, emektir…

Bunun içindir ki; oyuncu üzerinden sonuca gitme isteği bir antrenörlük prensibiymiş gibi bir hale getirilerek uygulanmaktadır. Çünkü kolay…

Bize ait olan ‘yöresel’ anlayışın-yani oyuncu üzerinden sonuç elde etme planına sahip en yetkili teknik direktörler Fatih Terim, Şenol Güneş ve Abdullah Avcıdır.

‘Küresel’ futbol ölçeğinde hiçbir karşılığı olmayan bu anlayışın, ülkede kabul edilmesinin ve futbolun sadece böyle oynandığına dair ikna edici anlatının olmasının karşılığında, her üç antrenörde verdiklerinden çok daha fazlasını futboldan almalarına rağmen, ülke adına yarattıkları bir değer olmamıştır.

Güneş’in Beşiktaş’a gelir gelmez-bu kadar borca ve sezon başında yapılan transferlere birlikte, hala transfer istemesinin altında yatan temel gerekçe, kendine alternatifli oyuncu havuzu yaratmaktır. Her başarısızlıkta, futbolcu harcamak ve futbolcu transferi istemek hem kolay hem de menajerler ve yönetim için beklenen bir taleptir.

Halbuki, çalışmak için ve bir şeyleri düzeltmek için çok iyi bir zaman dilimine sahip olmasına rağmen, sistem üzerinden bir beklentisi olmadığından maalesef transfer istemektedir.

Jesus’un takım içinde yaratmış olduğu başarı odaklı rekabet ortamı ile, özellikle Arda Güler ile İsmail Yüksek üzerinden tüm takım performansının en üst düzeye çıkarması, Fenerbahçe’ye ekonomik ve sportif verimlilik bakımından ciddi değer katacaktır.

Teknik direktörlüğün yarattığı değerler bütünlüğü kulübe tek açıdan girdi sağlamamaktadır. Bu değerler bütününü oluşturmasının en önemli etkisi, mesleki donanımları yanında entelektüel bir birikimin olmasıdır.

Türkiye’de bir çok antrenörde böyle bir donanım sorunu yaşanmasına rağmen, Sergen Yalçın’dan sonra, İlhan Palut ve Çağdaş Atan’ın ortaya koydukları performans-içinde birçok sıkıntıları barındırsa da-uzun vadeli olumlu bir beklentiyi futbol kamuoyunda uyandırmaktadır. Var olan futbol sistemi içinde, ranta dayalı kurguya alet olmadan ve değişiklik yaratarak bir değer yaratmaları çok anlamlı olacaktır.

Her iki antrenör için Jesus ile aynı dönemde çalışmaları bir şanstır. Rol model almaları bakımından konuşmuyorum. Terim, Güneş ve Avcı ile bir rekabet yaşayacaklarına, Jesus ile böyle bir rekabet yaşamaları her bakımdan çok daha anlamlı olacaktır. Bu konu sadece İlhan Palut, Çağdaş Atan, Konya veya Kayseri açısından önemli değil, bu konu doğruları ‘küresel ölçekte’ bir kıyaslamak yapmak bakımından önemlidir.

Sistem, 1872’de İngiltere İskoçya arasında oynanan ilk futbol müsabakasından beri futbolda olmazsa olmaz bir kurgu olmuştur. 2022’de bizim bunu tartışıyor olmamız ve bunu başarıyla uygulayan kişiyi kutsamamız, tamamen bizi bağlayan bir sorunu tespit etmektir.