Sağlık, eğitim, yargı, sosyal güvenlik, çalışma ilişkileri, hangisi olursa olsun, yapılan değişikliklerde birkaç temel özellik hemen göze çarpıyor.

Birincisi, toplumsal açıdan büyük dönüşümlere yol açacak bu değişimlerin hayata geçirilmesindeki “ben bilirim, ben yaparımcı” zihniyet ve toplumsal mutabakatın hiçe sayılması! Meclis’ten sokağa kadar çeşitli çevre ve alanlarda dile getirilen kaygı ve itirazlara bu kadar boş verilmesinin demokrasiyle ilgisi olmadığı ortada ama aldıran yok!
İkincisi, reform diye sunulan bu değişikliklerin arkasında, ne kadar allayıp pullansa ve ne kadar güzel söylemlere bürünse de, gerçekte iki temel etmenin varlığı. Birinci etmen, küresel kapitalizmin gereklerine uymak ve küresel piyasaya uyum sağlamakla ilgili. İkincisi de, AKP iktidarını ve temsil ettiği dünya görüşünü güçlendirmeyi amaçlamaktan kaynaklanmakta. Bunu da bilmeyen yok ama söylemler hala “ne kadar uyutursam o kadar kardır“ derdinde.

Üçüncüsü de, AKP iktidarının temsil ettiği dünya görüşü nedeniyle dini kullanmasının, dini siyasete alet etmesinin hem kendi görüşü nedeniyle gerekli hem de iktidarını sağlamlaştırmak açısından kaçınılmaz oluşu. AKP bir yanda kapitalizme teslim olurken, farklılık yaratacağı ve kuvvet bulacağı tek alan da din ve muhafazakarlık temelli politikalar olmakta.

Bu görüşlere pek itibar edilmediği/ edilmeyeceği açık. Oysa geçmişte AKP iktidarından kaygı duyanların ne kadar haklı oldukları hemen her gün ortaya çıkarken, bu söylenenleri dikkate almakta yarar var. Örneğin 12 Eylül Referandumuyla yargı organında yapılan değişikliklerin, yargı organı açısından ne bağımsızlık ne tarafsızlık anlamına gelmeyeceğini söyledik; uygulamalardan ortaya çıkan da bu oldu. Bugün Anayasa Mahkemesi Başkanı, “kuşatılmışlıktan“ söz ediyor.

AKP iktidarının, daha önceki hükümetler açısından çok eleştirdiği “toplum mühendisliğini” şimdi kendisinin yaptığı da ortada. Hem kendi iktidarını hem dayandığı dünya görüşünü güçlendirmek için başka çaresi de yok! Ama şimdiki adı “toplum istiyor” oldu.  Eğitim sisteminde yapılan değişikliklerin anlamı da bu.

Oysa bir dolu itiraz var ve hemen hepsi makul gerekçelere dayanmakta. Kimi, zorunlu temel eğitime ve eğitimde kaliteye ihtiyaç varken eğitimin  4+4+4 gibi parçalı bir hale dönüşmesinin yanlışlığını söylüyor. Kimi, bu sisteme yeterli sınıf ve öğretmen olmadığı, dersler ve öğretmenler açısından hiç bir hazırlığın yapılmadığı ve eğitim bütçesinin buna karşılayacak durumda olmadığı gibi zorlukları dile getirmekte. Kimi, okula başlama yaşının çok erkene alınması, kız çocuklarının okullaşmasının tehlikeye girmesi ve erken yaşta mesleki seçimin yanlışlığı gibi sorunlardan söz etmekte. Yani yandaşların dillerine doladıkları statükoculuk, Kemalizm veya AKP’ye muhalif olmakla ilgili olmadıkları ortada.
Eğitimin tek tip olmaktan çıkması, toplumsal istek ve ihtiyaçlara yanıt vermesi gibi gerekçe diye söylenenleri ise, inanılır bulmak kolay değil. Aksine, ortada iki temel etmenden kaynaklanan iki temel açılım veya çeşitlenme var.
Birincisi, kapitalist ekonominin çarklarını döndürmek üzere hem iş bilir hem uysal (sürüye katılmaya hazır) işgücü sağlamak yönünde bir açılım... Yani, çarkı döndürenlerden biri, yani dişlilerin arasında kaybolacak biri olacaksan, bir sürü “fuzuli” bilgiyi öğrenmene ne gerek duyulmuyor! yani sistem mühendisleri, birçok çocuğa ve gence para ve zaman harcanmasını “fuzuli” görmekte!  Sosyal sermaye katmanlandırlıp, her katmana hangi eğitim gerekiyorsa o verilecek ki, çark sorunlarla karşılaşmadan dönsün!

İkinci açılım da, İslamı, dini öğretmek yönünde...  Şimdi AKP iktidarı, imam hatip okullarını ortaokula doğru yaygınlaştırmakla kalmıyor, seçmeli derslerle de olsa (şimdilik ) din eğitimini örgün eğitimin içine girmesini sağlamakta. Seçmeli dersler arasında Kur’an ve Peygamberin hayatıyla ilgili iki ders yer aldı bile; bunları başkalarının izlemesi de şaşırtıcı olmayacak! Dindar nesil yetiştirmenin en sağlam yolu böylece sağlanmış olmakta! Dedik ya, muhafazakar topluma daha fazla muhafazakarlık, din sunulacak ki, ayakta kalınsın!

Şu söyleme bir bakın...  Hüseyin Gülerce, eğitimdeki bu değişimi toplumun büyük çoğunluğunun arzusu olduğunu söylemekle kalmıyor, bir de  “bu meseleyi, ‘dinin istismarı’ veya  ‘dinin siyasete alet edilmesi’ olarak alanlar toplumu rencide ederler” diyor. CHP için de, 4+4+4’e itiraz ederken bu dersleri ayırmasının iyi olacağını söylemekte; yoksa ”Kur’an derslerine karşı çıkan bir CHP fotoğrafı” ortaya çıkar ki, hiç hayırlara işaret değilmiş!  Zaten CHP “laikçilerden” ürktüğünden, içinden çıkılmaz bir siyasal cendereye hapsoluyormuş!

Yani din siyasete alet ediliyor ama bir de toplum kılıfı kullanılarak öyle bir üstü örtülüyor ki, akıllara seza!  Onlar dini de, muhafazakarlığı da rahatça kullanıyorlar;  bunu görüp söyleyenler de “laikçi” diye yaftalanmakta. Üstüne, onlar bir de hem laik hem demokrat oluyorlar ki, bundan iyisi can sağlığı!