Umberto Eco, “Devlet çok güçlü olduğunda şiir susar. Devlet tümden krizdeyse, sanat söylemesi gereken şeyi söylemekte özgürdür. Yeni gerçekçiliğin büyük mevsimi, İtalya darmadağınken açıldı” der. Bir de böylesi bir gerçek var

‘Sistemik akıldışılığa’ karşı ‘Evrim aklı’

Baskın seçim kararından önce aydınlar, yazarlar, akademisyenler ve sanatçılardan oluşan bir grup, ‘birleşik bir sol muhalefetin’ başkanlık seçimleri öncesinde ve sonrasında yapması gerekenleri tartışmak üzere bir araya gelmiştik.

Toplantıda paylaşmak üzere farklı fikirler bulmaya çalıştım. Ancak, iktidarın yaptıklarının aleniliği, muhalefetin yapması gerekenlerin apaçıklığı ve bütün bunlar hakkında yıllardır yazıp çiziyor oluşumuz yeni fikirler bulmayı güçleştiriyordu.

Güçlülük sadece bundan kaynaklanmıyordu; memlekette yeni şeyler akıl etmenin zemini de kaybolmak üzereydi.

Bu yazıyı yazarken, ana muhalefet partisinin İlhan Cihaner’i 24 Haziran’da aday göstermeyeceği haberi geldi. Oysa Cihaner, Meclis’e girmeyi başarabilmiş az sayıdaki sol siyasetçiden biriydi. ‘Kaybolmak üzere olan zeminle’ kastettiğim bir yönüyle budur. Gelin, zemini biraz daha derinden eşeleyelim.

•••

Zamanın ‘çizgisel mi aktığı yoksa dairesel mi genişlediği’ meselesinden bağımsız olarak denebilir ki; tarihsellik ileriye dönük bir olgudur. Tekerlek bulunmuşsa ve peşinden sayısız gelişmeye neden olmuşsa, ne tekerleği ne de gelişmeleri yok sayabilirsiniz. İnsanlık var oldukça o tekerlek döner. Meseleyi bu şekilde algılayıp tarihin önünü açmayı tercih edenlere ilerici (fütürist), tıkamayı tercih edenlere tutucu (konservatif) denir.

Devrimci bir ideolojiyi ‘güncellemeye’ çalışmak en ilerici tercihlerden biri olsa gerek ki gereği de budur: Adı üzerinde, ‘devrimci ideoloji’. Tarihin gidişatını etkileyen düşünürlerin başında gelen Marx’ın -fikirlerinin çarpıtılıp dogmatikleştirilmesine karşı- “Ben Marksist değilim” demesi, teolojik düşüncenin ve Hıristiyan ahlakının köklerine saldıran Nietzsche’nin, “Beni terk ettiğinizde size döneceğim” sözü boşuna değil.

İlerici olduğunu iddia eden her sığ (veya kötü niyetli) girişim tarihin merkezkaçında savrulur, savrulduğu yerde de tutuculaşır. Bu tür girişimlerin ilerici fikirlere eklemlenme şansları olmadığından kendi mutlaklarına sarılmaktan başka çareleri yoktur. Bürokratik varoluşlarını sürdürmek için tutucu (sağ) iktidarların kuyruğuna takılmayı alışkanlık haline getiren ‘sözde sol partiler’ var. Malumunuz onlardan birinin genel başkanı, ‘devlet başkanı olduğunda kendi partisinden en az on kat büyüklükteki demokratik bir partiyi kapatacağının’ sözünü verdi.

‘Siyasal din’ formatındaki girişimlerse -gerektiğinde gericileşmekten geri durmayan- en tutucu tercihlerin başında gelir.

Tarihin merkezkaçına rağmen savrulmamalarının nedeni sermayenin aktardığı ya da bizzat ortağı oldukları maddi güçtür; o da ‘bitişe’ geçmiştir. “Maneviyatla” ilişkileri olmadıklarının zaten kendileri de farkında, ancak belli etmiyorlar. Zira Muaviye’den beri ‘takiye’ geleneğini sürdürüyorlar. Lakin iş bununla bitmiyor. Öyle ya da böyle, angaje oldukları ilkel bir ideoloji var, o ideolojinin de bin beş yüz sene önce oluşmuş “manevi” referansları var. Bazı imam hatip liselerinde yaşanan ‘deizm’ çıkışları -ayrı bir yazıda ele alınmayı hak eder ölçüde- önemlidir.

•••

İlerici tercihler ‘dinamik’, tutucu tercihlerse ‘durağan’ bir yaşamın temel belirleyenidirler. Tersten de söyleyelim: Dinamik bir yaşam ‘tercihleri’ ilerici kılarken, durağan bir yaşamsa ‘tutuculaştırır’. Dinamik yaşamın zihni üretken kıldığı, durağan yaşamınsa körelttiği sinirbilimi (nöroloji) tarafından da kanıtlandı. Felsefe ise binlerce sene önce meseleye el atmış, insanın, fiziksel güçlükler karşısında ‘ortak aklı’ çalıştırarak sosyalleştiğini, dahası ‘politikleştiğini’ öne sürmüştür (Politika/Aristoteles). Kaldı ki insan -doğası gereği- topluluk halinde yaşamaya yatkındır. ‘Müjdeli veya trajik’ olaylar karşısında ortak duygulanımlara kapılır. İlginç olan; modern insanın ‘kendisini iyi hissetmesine neden olan’ faaliyetlerle, (ilkel) atalarının ‘hayatta kalmasını sağlayan’ faaliyetler arasındaki evrimsel bağdır. Evrim’in bir aşamasında insan metabolizması ödül hormonları salgılamaya başlamış, bu tür (kurucu) faaliyetlerin devamlılığını güvence altına almış gibidir.

sistemik-akildisiliga-karsi-evrim-akli-468292-1.
Sinerji, bir işin üstesinden gelmek için duyulan ‘ortak arzudan’ başka şey değil. Olağan zamanlarda akla hayale gelmeyen fikirler, sinerjinin yaşandığı anlarda peşpeşe gelir. Gezi Hadisesi’nde yaşanan tam olarak buydu. Otomatiğe bağlanabilseydi son derece üretken bir sosyo-kültürel yapının oluşmasına vesile olacaktı. Olmadı. Olsun. Ne dedik? Tekerlek bir kez bulunmuşsa, ne tekerlek, ne de vesile olduğu gelişmeler yok sayılabilir.

‘İnsan özünde sosyaldir, bu yüzden topluluk halinde yaşar’, dedik. Mesele toplumsal yapının türüdür, onu belirleyen de ‘politik bilinçtir’. Politik bilinç zorla ya da rızayla kurulmaz; arzuyla oluşur. Şer-i hükümlerin baskısıyla saf tutanların yaşadıkları ülkeler yarı açık cezaevinden farksızlar. Kapitalizmin adeta “kültüre” dönüştüğü sözde modern toplumlardaysa, yalnız yaşayan birinin ölümünü dairesinden sızan ‘koku’ haber ediyor. Tren seferleri sık aksamaya başladı, zira intihar vakaları arttı. Kışın pasaj mazgallarını gündüzden kapanlar şanslı, böylece geceyi üşümeden geçirebiliyorlar.

Velhasıl toplumsal yapıdan beklenen, insanın maddi ihtiyaçlarını karşılaması, zihinsel ihtiyaçları için de yeni ‘dolayımlar’ sunmasıdır. Bu bağlamda insanın ve ekolojik değerlerin merkeze konulduğu bir toplumsal yapı sayısız olanaklara sahiptir. ‘Ortak iyi’ adına bu tür yapıları var etmek ve sürdürülebilir kılmaksa gerçek anlamda politikleşmiş insanların harcıdır. Dolayısıyla politik bilinç; yanlış yapıyı birlikte yıkmak ve doğrusunu birlikte kurmak kadar, ‘birlikte ilerlemeyi’ de gerektirir.

İnsan beyni, önüne gelen yeni çelişkileri çözdükçe gelişme kaydeder. Çelişkinin tek açıdan algılanması falanca sayıda beyin hücresinin etkileşimine neden olurken, farklı açılardan algılanması sayının katlanarak artmasına neden oluyor. Bedenin ve zihnin hareketi sonucu salgılanan kimi hormonların hücre etkileşimlerini kolaylaştırdığı, dahası ‘olumlu duygulanımları’ harekete geçirdiği artık biliniyor. Alzeimerdan korunmak için bulmaca çözmek yetmiyor. Zira bulmaca faaliyeti de bir süre sonra tekrara girip hücreleri pasifleştiriyor. Kendi içinde zorluk dereceleri olan ve diğer disiplinlerle ilişkilendirilebilen zihinsel faaliyetlerin alzeimerdan korunmak için çok daha etkili olduğu söyleniyor. Bu tarz akıl yürütme yetisine sahip bireylerin etkileşime geçmeleriyse ‘sinerjiye’ neden oluyor. Sinerji, bir işin üstesinden gelmek için duyulan ‘ortak arzudan’ başka şey değil. Olağan zamanlarda akla hayale gelmeyen fikirler, sinerjinin yaşandığı anlarda peşpeşe gelir. Gezi Hadisesi’nde yaşanan tam olarak buydu. Otomatiğe bağlanabilseydi son derece üretken bir sosyo-kültürel yapının oluşmasına vesile olacaktı. Olmadı. Olsun. Ne dedik? Tekerlek bir kez bulunmuşsa, ne tekerlek, ne de vesile olduğu gelişmeler yok sayılabilir.

•••

Sömürü ilişkilerindeki değişimler yeni çelişkileri, yeni çelişkiler de yeni politik tezleri beraberinde getirir. (İlerici) aydınlar, yazarlar, akademisyenler ve sanatçılar yaşadıkları toplumun sorunlarına çözüm bulmaya çalışan, bunun için risk almaktan çekinmeyen insanlardır. Amaçları tarihin önünü açmak, akışına yön vermektir. Bu amaçla yeni tezleri kendi birikimleriyle harmanlayıp ülke gerçeklerine uyarlarlar. Güncel olmayan tezlerle mevcut gerçekliği yorumlamak kimi hallerde ‘anakronizme’ neden olur ki anlamı ‘tarihsel yanılgı’ demektir. Söz gelimi, köylerin boşaldığı bir gerçeklikte devrimi kırdan başlatan tezler anakronik kaçar. Her alanda tarihin fersah fersah gerisine düşmüş memleketimizde, 16 yıldır debelendiğimiz ‘gerçeklerle’ ‘güncel tezler’ arasında ise “ters anakronizm” oluşmuştur. Söz gelimi, yeni politik tezler ‘yatay toplum modelinden ve doğrudan demokrasiden’ söz ederken, biz ‘tek adamlık’ oylaması için sandıklara davet ediliyoruz!

Yazının girişinde bahsettiğim toplantı öncesi aklıma farklı bir öneri gelmedi. Ancak toplantıya girdikten sonra kötümserliğim kayboldu, hatta umutlandım. Politik kazanımlarda son tahlilde belirleyici olan niceliktir, yani -gerçek anlamda- politikleşmiş insanların sayısıdır. Gelgelelim, insanın direnme arzusunu pekiştiren yakın çevresinin niteliğidir, o da bizde fazlasıyla mevcuttur. Bu tür olumlu duygulanımlara hangi hormonun neden olduğu o kadar da önemli değil.
Aslında sadece şu iki olgu bile doğru politik tercihte bulunmak için yeterlidir: 1) Döviz kurlarındaki artışın ‘birikmişleri’ de aynı hızla eritmesindeki ‘sistemik akıldışılık’. 2) Zihnini ve bedenini kolektif bütünlük için kullananları mutluluk hormonlarıyla ödüllendiren ‘Evrim aklı’.

Umberto Eco, “Devlet çok güçlü olduğunda şiir susar. Devlet tümden krizdeyse, sanat söylemesi gereken şeyi söylemekte özgürdür. Yeni gerçekçiliğin büyük mevsimi, İtalya darmadağınken açıldı” der. Bir de böylesi bir gerçek var.