1. Sivas’ı ben sevdim, insan düşününce anlıyor, “Dünya, hayatına insansız başladı, hayatını insansız sona erdirecek.”

2. Bu dünyadaki her şey, her davranış, her gelenek, her dini pratik, her inanç, en anlaşılmayanları, en doğaüstü görünenleri dahi dünyasal sebepler taşırlar.

3. Bir “yapı” içinde tahlil edildiklerinde, kültürler ne kadar farklı olursa olsunlar, insanlık medeniyetinin ortak mitoslarının kalıntılarıdır bunlar. Bu düşünceler köklerini Claude Levi-Strauss’ta bulmaktadır, aynı şekilde pek çok antropolog da benzerlerini yirminci yüzyılda dile getirdi.

4. Bunların Sivas filmi ile alakası nedir mi? Türkiye’de gerek yönetmenle yapılan söyleşiler, gerekse eleştirilerin orak söylemi bana bunları düşündürdü. Sivas filmini kimileri çiğ buldu, kimileri ham buldu ve kendi pişmiş davranışlarından yola çıkarak, hafif bir Beyaz Türk tavrıyla hayvan haklarından başlayıp filmin dramatik yapısının zayıflığından girip “yönetmeni ve filmi” yargı önüne çıkardılar ve cezasını kestiler. Bu tavrın esastan yanlış olduğunu, bize ve doğuya özgü nedenlerle Sivas’a sahip çıkılması gerektiğini düşünüyorum ve Antalya’da seyrettiğim 5 film içinde (ilk galası yapılan 5 film) en iyisi olduğunu ve filmi seyrederken karmaşık duygular yaşadığımı söylemek istiyorum. Sivas önemli bir deneydir, çok önemli kusurları olmasına rağmen, üstün orijinal ve insani yönlerinin bunlardan çok daha etkileyici ve belirleyici olduğunu iddia ediyorum.

5. Hatta Sivas filmine ilişkin yapılan ve çoğu yerde “bir yargısız infaz”mış gibi önyargıların kusulduğu tartışmalar beni özünde Yılmaz Güney’in Duvar filmine götürdü. Batılı Dünyanın oradaki çocuklarla Yılmaz Güney’in ilişkisini nasıl tersyüz edip, riyakârca bir söyleme büründüğünü hiç unutmuyorum: benzeri Sivas filminde de oldu. Hayatın içinde varolan şiddeti yok sayarak insan nasıl medeni olabilir ki? Doğayı terbiye ederek medeniyet götüremezsiniz: doğa çatışma ve arzu-özlem doludur, hele ki bizim benliğimiz çatışmalı iken.

6. Şöyle bir eleştiri bile dillendirildi gözlerimin önünde; 10 yaşındaki çocuk, köpeğine ilk önce sahip çıkıyor, dövüştürmek istemiyor, ama sonrasında fazla direnmiyor. Bir çocuğun davranışlarındaki, hatta direnişindeki çelişme bile karakter ya da yönetmen eleştirisi olarak sunmak… Oysa gerçeklik dibine kadar bu nesnel çelişkiyi her gün önümüze koymuyor mu?

2. Bir kez daha: ELEŞTİRİ NEDİR?

Keşfetmek için bakmak ve önyargıları tersyüz etme sanatı, eleştirinin has özelliklerinden birisidir. Bu anlamda bu konudaki düşüncelerimi, 23 denemede, kimi zaman bir aydının çözümlenmesi, kimi zaman bir filmin eleştirisi, kimi zaman bir dönemin analizi, iktisadi krizler ve sinema, İstanbul’un siyasal iktisadi çehresinin o dönemin filmlerindeki karakterlerine nasıl yansıdığını inceledim. Türkiye’de diğer yazılan sinema kitaplarına hiç benzemedi, kitabın özgün olduğundan şüphe etmiyorum.

Kader, Takva, Yazı Tura, Vizontele, Beynelmilel filmlerinin eleştirisi, Bitmeyen yol, Bahoz, Fırınların Saati, Resmi Tarih- (Kral Oedipus oyunuyla birlikte), Bir Ayrılık, filmlerinin incelenmesi:

Bir Zamanlar Anadolu’da filmi ile Yol’un analitik karşılaştırması, Ertem Eğilmez’in bir aydın olarak portresi, Yeşilçam’ın iktisadi krizlerine sosyolojik olarak yaklaşan bir inceleme:

Umut, Arkadaş, Sürü, Yol filmlerinin tamamen özgün incelenmeleri, Yılmaz Güney’in bütün hayatını ele alan uzun bir konuşma metni, Kieslowski ile hayatı yorumlamak, Wenders ile post-68 sonrası dönemin melankolik havasını sorgulamak ve Road Movies filmlerini incelemek:

Yeni Türkiye Sineması üzerine Aykırı Düşünceler üzerinde yoğunlaşıp, 80 darbesinin nasıl bir Türkiye yarattığını araştırmak ve iki yönetmen üzerinden dönemin ruhunun izlerini sürmek, İstanbul’un kentsel yapısını, siyasal iktisadını araştırmak ve bu yapının yeni filmlerdeki karakterlere nasıl yansıdığını sorgulamak…