Sivas için adalet halk için adalet

Şenal SARIHAN (Davanın Avukatı)

PSAD ve demokratik kitle örgütleri, her yıl, Sivas Katliamında yitirilenleri anma programına bir üst başlık belirliyor. 27. yıl anma programının başlığı “ Sivas İçin Adalet, Halk İçin Adalet “ olarak belirlenmiş. Hazırlanan basın açıklaması metni ise salt Sivas Katliamına değil, Sivas’ın ardından yaşanan bireysel öldürmeler ve toplu katliamlar zincirine de atıf yapıyor. Ayrıca giderek tırmanan, hukuki dayanaktan yoksun aydın tutuklamalarını konu alıyor. Programın basına sunulduğu gün, bu başlığın ne denli doğru olduğunu düşündüm. Gerçek de buydu. Sivas için adalet sağlanabilmiş olsaydı, yeni katliamlar olmayabilirdi. Türkiye yargılama pratiklerine karabasan gibi çökmüş olan cezasızlık olgusu, şiddeti durmadan besleyerek, yüzlerce insanın yakılarak, bombalanarak ya da kurşunlanarak katledilmesinin teşvikçisi oldu. Sivas Katliamı Davası’nın yargı öyküsü, 27 yıldır bu gerçeğin acı verici fotoğrafı olarak önümüzde duruyor. Bu denli uzun sürmüş bir yargı sürecini özetlemek çok güç. Ancak yaşadıklarımızdan bir bölümünü aktarmaya çalışacağım…

“ŞEYTANIN DOSTLARI İLE SAVAŞIN”:

Sivas Katliamı Davası, katliamın yapıldığı günden başlayarak, ciddi hukuksuzluklara sahne oldu. Polis kayıtlarına göre, bir gün önceden çok sayıda araçla Sivas’a gelmiş ve çeşitli yatılı kuran kursları, oteller ve kaplıcalara yerleşmiş yabancı kişiler vardı. Yine aynı gün “Müslüman Kamuoyuna” diye başlayan, “Müslümanlar” imzası ile yayınlanmış ve emniyet faksından başlayarak, iş yerlerinin ve evlerin kapılarına dek atılmış olan bildirilerde; “İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kafirler de tağut yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostları ile savaşın. Çünkü şeytanın hilesi zayıftır” cümleleri ile halk cihada davet ediyordu.

Nitekim, 2 Temmuz günü, 13.30 da Cuma namazının ardından camilerden çıkan 500 kadar eylemci, hükümet binası önünde toplandı. “Laiklik Gidecek Şeriat Gelecek”, “Cumhuriyet Burada Kuruldu. Burada Yıkılacak”, “Yaşasın Şeriat”, “Muhammed’in Ordusu, Laiklerin Korkusu” sloganları eşliğinde buradan hareket eden eylemciler, 16.30 da 5.000, 19.45 te Madımak Oteli önünde 15.000 kişiye ulaşmıştı. 8 saat süreyle hiçbir engelle karşılaşmayan güruh, ikisi otel görevlisi olmak üzere 35 konuğu yakarak öldürdü. Dördü ağır olmak üzere 60 kişi yaralandı. 36 kişi kendi çabaları ile fiziken zarar görmeden otelden çıkmayı başardılar.

15.000 EYLEMCİ- 20 GÜNDE 3 İDDİANAME:

15.000 eylemciden yalnızca 128’i yakalandı! Sanıklar, gerici yönetimlerin özel desteği ile hep korundu. Sivas Cumhuriyet Savcılığı, olaydan 20 gün sonra düzenlediği iddianamelerle, bir bütün olan eylemi, üçe ayırdı. Savcılık makamına göre olay, yakarak adiyen adam öldürme ve Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na aykırılıktı. Terörle Mücadele Yasası yönünden ise Sivas’ta DGM olmadığından dosyayı Kayseri DGM’ye gönderdi. Davaların Sivas’ta görülmesi konusuna itiraz ettik. Çoğunluğu Ankara’da olan şehit yakınları için Sivas’ta dava izlemek, her duruşmada yeniden yakılmak demekti. Ayrıca aileler için can güvenliği de yoktu. Üç dava da Ankara’ya taşındı. Ankara Ağır Ceza ve Asliye Ceza Mahkemeleri, hukuka uygun bir tutumla olayın TCK’nun 146/1. Maddesi kapsamında olduğu, bu nedenle de DGM’nin görevine girdiği gerekçesi ile görevsizlik kararı verdi. Ancak DGM; bir ayrışık oyla kendini görevli saymadı. İki yargıca göre olayda laiklik ve cumhuriyet hedef alınmıyordu. Uyuşmazlık Mahkemesi, DGM’nin görevli olduğuna karar verdi.

DGM’nde süren yargılamada sanıklar, olağanüstü bir kabadayılık gösterdiler. Sağ kurtulmuş mağdurlar, tanıklar, avukatlar duruşmalarda ağır saldırı ve hakaretlere uğradılar. Mahkeme, bu saldırganlıkları görmezden geldi. Duruşma sürerken, bankların üstüne çıkıp namaz kılmaya kalkışanlar oldu. Duruşmalardaki olağanüstü disiplinsizliği önleyemeyen mahkeme, duruşmaları basına kapattı. Katılan Avukatlar olarak bu kararın kaldırılmasını talep ettik. Duruşmaları basına kapatmak, halkın haber alma hakkını önlemenin yanında, katliam sanıklarının ne denli fütursuz olduklarının da halkın gözünden uzaklaştırılması demekti. Katılan vekilleri olarak, bu karardan vazgeçilmedikçe duruşmalara girmeyeceğimizi belirttik. Karar kalkmadı. Bu tarihten başlayarak duruşmalara katılmadık. Ancak, hukuken yapılması gereken tüm işlemleri yerine getirdik. Esas Hakkındaki görüşümüzde, eylemin, amacının Anayasal düzeni değiştirmek olduğunu ve İBDA-C, Hizbullah, İslam Cemaatler Birliği, Aczimendiler, İslami Hareket, Süleymancılar, Fetullahçılar, Nurcular, Menzil tarikatı, İsmail Ağa, Med Zehra gibi gerici örgütlenmelerin ortaklığında düzenlendiğini belirttik.

ADİYEN ADAM ÖLDÜRME Mİ ŞER’I BİR DEVLET İÇİN KALKIŞMA MI?

Ankara 1 Nolu DGM, yargılama sonucunda fikrini hiç değiştirmedi. 26 sanığı adiyen adam öldürme suçunu işledikleri savı ile önce idama mahkûm etti. Bu cezaları, tahrikle ve birlikte işlemiş olmaları nedeniyle 15 yıla düşürdü. 37 Sanığın beraatına, 60 sanığın ise Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na aykırı davranmaktan üçer yıl mahkumiyetine karar verdi. Mahkeme, olayın siyasi yanını ve Cumhuriyet rejimini hedef alışını görmemekte kararlıydı. Sanıklar, kendileri için ödül gibi olan bu karara, heyetin yüzüne ceplerindeki bozuk paraları, kalemleri, mendil ve kağıtları fırlatarak teşekkür ettiler.!

Temyizimiz üzerine Yargıtay, 25 sanık hakkındaki beraat kararını onadı. Diğer sanıklar yönünden ise, sanıkların, cumhuriyet rejimini hedef aldığına dikkat çekerek, eylemi, Anayasal düzenin değiştirilmesi ya da ortadan kaldırılmasını cezalandıran TCK’nın 146/1 ve 3. fıkraları kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirtti. Bozmaya uyan yerel Mahkeme 38 Sanık hakkında TCK’nın 146/ 1. maddesi gereğince idam, 29 sanık hakkında TCK 146/3. madde gereğince yıl 7 yıl, 6 ay, 14 sanık hakkında beraat, kararı verdi. Karar, 04.05.2001 tarihinde kesinleşti. İdam cezası verilmiş olan çok sayıda sanık ilk kararla tahliye edilmişti. Gıyaben tutuklandılar. Ancak, bugüne dek birkaçı dışında yakalanan olmadı. Hemen tümü örgütlü biçimde yurtdışına çıkarıldılar. Kırmızı bültenle aranmalarına karşın iadeleri sağlanmadı.

YASA TAHLİYE ETMEZSE YANLIŞLIK TAHLİYE EDER

29.07.2003’te “Topluma kazandırma” adı ile şartlı salınma yasası yürürlüğe girdi. 49 sanık, bu Yasa’dan yararlanmak istedi. Kırmızı bültenle aranan sanıklar dahi yeni vekaletlerle temsil edildiler. Anılan yasa, örgüt üyelerini kapsıyor ve “örgüt hakkında bilgi verme koşulu” arıyordu. Oysa, Sivas dosyasında, bizim istemimizin aksine bir terör örgütü ya da örgütler topluluğu saptaması yapılmamıştı. Sanıklarda eylemi örgütleyenler hakkında herhangi bir bilgi vermemişlerdi. İlk aşamada yaptığımız itirazlara karşın bu dava da yıllarca sürdü. Sonuçta sanıkların istemleri topluca reddedildi.

TCY’de yapılan değişiklikler, 01.05.2005 de yürürlüğe girdi. DGM, yasa değişikliği kesinleşmeden 19.11.2004 tarihinde TCY’nin 146/3. maddesinden hükümlü olan sanıkları, bu maddenin yeni yasada karşılığı olmadığı gerekçesi ile tahliye etti. Oysa yasada karşılık vardı. İtiraz ettik. Reddedildi. Daha sonra Savcılık, yanlış yaptı��ını söyleyerek tahliyelerin geri alınmasını Mahkeme’den talep etti. Ancak iş işten geçmiş, sanıklar uçup gitmişti.

KAÇAK SANIKLAR ARANMIYOR

Aranmakta olan ya da duruşmalar sırasında salıverilmiş, ardından ağır cezalar almış olan sanıkların yakalanması için en küçük bir çaba gösterilmedi. Tesadüfen yakalanan altı sanık haklarındaki dava, Aziz Nesin’in yangın merdiveni ile kurtarılmasını engelleyen gıyabi tutuklu, Belediye Meclis Üyesi Cafer Erçakmak dosyası ile birleştirildi. Bu dosyada sanıklar ilginç açıklamalar yaptılar, askere gitmiş, evlenmiş, ehliyet almış, sigortalı çalışmış, resmi makamlarda işler yapmışlardı. Ancak kimse onlara arandığını söylememişti. Bir kişinin arandığına ilişkin kayıt, bankalarda bile varken, nüfus idaresinde askeri birliklerde, emniyet makamlarında nasıl olmuyordu? Bu kayıtları kim yok etmişti? Ya da hangi yetkililer görmezden geliyordu? Dava sürerken, Fransa’da olduğu bilgisiyle Fransız makamlarından bilgi istenen, aynı zamanda yurt içinde de aranan ve özellikle Sivas’taki evinde bulunamadığına dair onlarca polis tutanağı düzenlenmiş ve dosyaya girmiş olan Erçakmak’ın, Sivas Mezarlığı’na gömüldüğü bilgisini aldık. Sanık ölü olarak mı Türkiye’ye getirildi, yoksa zaten Türkiye’de mi idi bu hala öğrenilemedi. Ölen gerçekten Erçakmak mı idi? Yoksa aranmaktan kurtulmak için yeni bir yola mı başvuruluyordu. Artık hiçbir şeye güven duymuyorduk. İstemimiz üzerine DNA testi yapılarak kimlik tespiti yapılması için mezarın açılmasını talep ettik. Adli Tıp, daha sonra yanlışlık diye düzeltmesine karşın eşinden DNA örneği talep etti. Sonuçta Erçakmak olduğunun kesinleştiği bildirildi. Erçakmak’ın evinini arayan ve bulunamadığını belirten tutanakları düzenleyen polisler hakkında suç duyurusunda bulunduk. Hala bir gelişme olmadı.

HAK YERİNE PORTAKAL GAZI

Bu dosyada, eylemin insanlığa karşı suç olduğunu, bu nedenle zaman aşımına uğramayacağını savunduk. İstemimiz reddedildi. Mahkeme, kısa kararında. Sanığın kamu görevlisi olması nedeni ile bu savımızın doğru olabileceğini, ancak, sanığın ölümü nedeni ile davanın düştüğünü belirtti. Oysa kamu görevlisi olma hali, işkence suçları yönünden aranan unsurdu. Sivas Katliamı, toplumun bir kesimine karşı, düşünceleri ve inançları nedeni ile sistemli ve toplu olarak işlenmiş eylemlerin bir yenisi olarak gerçekleşmişti. Özellikle Alevi toplumu ve aydınlar, yıllardır, tekil ya da toplu cinayetlerin mağdurları olmuşlardı. Mahkeme, gerekçeli kararda ise bu konuya hiç değinmedi. Mahkeme’nin kısa kararındaki insanlığa karşı suça ilişkin dolaylı kabulünü, kararı izlemeye gelmiş, duruşma salonlarına sığmadığı için Adliye bahçesini hıncahınç doldurmuş insan selini, kısmen rahatlatmak için yapılmış bir açıklama diye yorumladık. Dışarıda bekleyenlere karar hakkında bilgi aktardığımız sırada, güvenlik güçleri de yoğun portakal gazı ile farklı bir “rahatlama” sağladılar.

ALMAN MAKAMLARI MI YANILIYOR, GİDEN DOSYALAR MI EKSİK?

Bugüne dek arananların akıbetleri konusunda yalnızca geçmiş dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin’den yanıt aldık. 15 kişi kırmızı bültenle aranıyordu. Bunlardan yedisi Almanya’da idi. Diğerlerinin nerde olduğu bilinmiyordu. 7 kişi içinde olmayan Vahit Kaynar’ın Polonya’da yakalanması, üzerine onun da Almanya’da yaşadığını öğrendik. Bu sanıkla ilgili belgeler, Bakanlıkça yasal süre içinde gönderilmediğinden sanık serbest kalarak Almanya’ya döndü. Bakan, “Anılan sanıkların önceden de iadelerinin istendiği ancak Almanya Federal Adalet Bakanlığı’nın 11.06.2007 tarihli yazıları ile sanığın yasayla korunan bireysel hakları ihlal ettiğine dair yeterli şüphenin tespit edilemediği gerekçesi ile taleplerinin uygun görülmediğinin bildirildiğini” açıkladı. 35 insanın yakılarak öldürülmesi hak ihlali değilse nedir? Yoksa sanıklar hakkında gönderilen belgelerde eksiklik mi bulunmaktadır?

3 SANIK HAKKINDA GIYAPTA SÜREN YARGILAMA

Bugün gıyabi tutuklu Murat Songur, Eren Ceylan ve Murat Karataş haklarındaki dava sürüyor. Üç sanık da kırmızı bültenle aranıyor. İadeleri konusundaki yazışmalara olumlu bir yanıt almak hala mümkün olmadı… Adalet Bakanlığı, iadeyi sağlamaktan çok, davanın hangi tarihte zaman aşımından düşeceğini sormakla ilgili. Yakalanmayanlar, zaman aşımı bekliyor. Cezaları infaz edilenler içinse Cumhurbaşkanlığı affı kapısı aralandı. “Masum ve yaşlı” kampanyası ile eylemim tahrikçisi ve elebaşı Ahmet Turan Kılıç salıverildi. Bu karara karşı Danıştay’da dava açtık. Ayrıca uzun yargılama ve yaşam hakkı ihlali nedeni ile AYM’de açmış olduğumuz davanın da altıncı yılındayız. 1993 te işlenen katliam, insanlığa karşı işlenmiş suçtur. Sivas’a adalet, elbette halka da adalettir. Ve bir gün mutlaka…