Din Şurası’nda CB Erdoğan mevcut rejimin niteliğinden hâlâ emin olmayanları ikna edecek bir konuşma yaptı:

“Nefsimize ağır gelse de hayatımızın merkezine dönemin koşullarını değil, dinimizin hükümlerini yerleştireceğiz. Bizim inancımızda din sadece belli mekânlara, haftanın belli günlerine hasredilmiş bir olgu değildir. İslam, hayatımızın tüm alanlarını kuşatan, kucaklayan, kurallar, yasaklar manzumesidir. Yaşantımızın her safhasını düzenleyen bir dine inanıyoruz.”

Hâlâ ikna olmayanlar kaldıysa T24’te Mehmet Yılmaz onlara da şöyle izah etti: “Tarif ettiği şey teolojik esaslara göre yönetilen bir toplum oluyor. Kısaca şeriat düzeni de diyebiliriz. Eğitimi dini esaslara dayandırma çabası, fırsatını buldukça dilinden dökülen şeriata dayalı yaşama duyduğu özlem cümleleri ile bunu öğrenmiştik zaten. Böyle konuştuğu vakit, şeriata dayalı bir yönetim kurma yönünde elindeki gücü kullanabileceği ile ilgili kuşkular da yaratıyor.”

Dün de BirGün’de Ayşenur Arslan itirazlarını dile getirdi. Peki, CHP yönetimi? Güldürmeyin insanı canım.

Hakikatin tuhaf bir tecellisi olarak, israfın haram olduğu da söylenen Din Şurası’ndaki bu konuşma ardından, bütçe görüşmelerinde Saray’ın 2020’de 3.1 milyar lira harcamayı planladığı öğrenildi. Saray’ın 2018’de yaptığı ve Sayıştay raporunda gözükmeyen bazı harcama kalemleri şöyleydi: Giyeceklere 6.1 milyon TL, temizlik ürünlerine 4.2 milyon TL, baharatlara 118 bin TL. Yani 3 milyar harcamanın tuzu biberi bile varmış.

Din Şurası’ndaki konuşma ve son haftalarda “türbanlı bacımıza saldırdılar” haberlerindeki artış, bir yanıyla da erken seçim ihtimalinin kabardığının göstergesi sayılabilir. Müsrif Saray bütçesinden söz edilmesi ise göstergeyi biraz saptırmış olabilir. Gerçi söz edilse ne olacak ki? Kürtlerin seçme ve seçilme hakkı kayyumlarla ellerinden alındı, sesleri çıkamıyor. Yetmedi Alevilerin de evlerine çarpı işareti konarak sesleri daha da kesilmeye çalışılıyor. Emekçiler ne kadar bağırsa, sesleri zaten duyulamıyor.

Lakin bastıramayacakları tek bir ses var, o da aç karınların gurultusu!

Son rakamlara göre Kasım 2019 açlık ve yoksulluk sınırı 2.103 TL. Memlekette 191 bin milyonere karşılık 65 milyon yoksul var. Ama ne gam! Dönemin koşulları açlıksa, açlar da nefislerini köreltsin. Çünkü “Nefsimize ağır gelse de hayatımızın merkezine dönemin koşullarını değil, dinimizin hükümlerini yerleştireceğiz!”

Hani geçen hafta parası olanlar için bir tüketim çılgınlığı yaşatıldı ya, daha önce Kara Cuma olan ismi ‘mübarek’ Cuma’ya kara denmesin diye Efsane Cuma olmuştu. Böylece uyanık şirketler elde kalmış, satılmamış mallarını büyük indirim yapıyormuş gibi kakaladılar. “Batan geminin malları!” Ve böylesi bildik bir siyaset tarzı da zaten. AKP siyaset tüccarlarının laiklik indirimiyle din pazarlaması, Gül’ün siyasette Babacan indirimi yapması filan… “Hepimiz aynı gemideyiz” dedikleri batan geminin malları bunlar.

Aslında ABD’de 1929 Ekim ayında borsanın çöktüğü gün olarak Kara Cuma adıyla anılan büyük kriz Avrupa’ya sıçramış ve faşizmin de sıçramasına yol açmıştı. Şimdi dünyanın dört bir yanında her gün işte böyle bir Kara Cuma yaşanıyor. Açız diye bağırıyor insanlar. Avrupa’da faşistler, Nazi atalarının Yahudi düşmanlığı yapması gibi, “aç kalıyorsak göçmenleri yiyelim” diyorlar. İdi. Ama son haftalarda o aç kitleler doğrudan iktidardakileri de hedef almaya başladı.

Dedik ya en büyük ve susturulamaz gürültü, aç karınların gurultusudur. Saray sofrasında Pataşur içerisinde Çerkez Tavuğu yerken “İslam, hayatımızın tüm alanlarını kuşatan, kucaklayan, kurallar, yasaklar manzumesidir” demek de inandırıcı olmaz. Özellikle açlığa çare aramak yasak olunca… Nitekim ne demişti Albert Camus?

“İnsan aç kalmaya görsün, inançlarını bile yer.”