Herkes o kadar Fransızca bilir, ‘Les Yeux Noirs” deyince hepimizin gözünün önüne o “Siyah Gözler” gelir. Bazı şeyler de herkesin gözdesidir. Bu ‘gözde’ kavramına fazla bakmayalım. Üstelik “Siyah Gözler”, bağbozumundaki kara üzümler gibi bizi beklerken.

(Edebiyatla şiirin farkına bir örnek diye yazdım yukardaki son cümleyi: Canınızın çektiğini yazarsınız edebiyat olur. Kara üzüm bağbozumunun şiiriyken, onu yazarsanız edebiyat olur. Sanırım anlatamadım.)

Nikita Mikhalkov’un 1987’de çektiği ve Marcello Mastroianni’nin oynadığı son filmlerden olan “Les Yeux Noirs”de kadın başrol oyuncuları Silvana Mangano, Marthe Keller ve Yelena Safonovo. Anton Çehov’un kısa öykülerinden uyarlanmış ‘tatlı’ bir film. ‘Acısıyla tatlısıyla’ deyince ben ‘kederin neşesi’ni anlıyorum bundan, Orhan Veli’nin sevgilisi Nahit Hanım’a yazdığı mektupların birinde dediği şeyi. “Şairin neşesi de kederidir” gibi demişti.

Kardeşim Halil liseyi bitirdi, ‘üniversite okusaydı yüksek mevkilere gelirdi’ klişesine uygun örneklerden. Yüksek mevki. Benim bildiğim eskiden trenlerde, vapurlarda, sinemalarda birinci mevki bileti vardı, “lüküs kamarada kimler oturur?”

(Bazen böyle olur, hiç aklınızda olmayan biri gelir öykünün ortasına oturur. Birkaç yıl önce bu kısa öykü ya da anlatı, sanırım en çok da anı demem gerekecek, işte onu küçük cep defterime hızla not ederken ne Orhan Veli vardı ne de onun şiirinden bir dize. Önce Orhan Veli ile Nahit Hanım bir bahar yürüyüşüyle çıkıp geldiler, şair biraz sarsak, sanki attığı her adım dünyaya fazla ya da ağır gelecekmiş gibi bir yürüyüşle, Nahit Hanımsa, Cemal Süreya’nın deyimiyle ‘Cumhuriyet gibi bir kadın’ olarak, ‘gözler ileri, başlar yukarı’ ve rüzgarlı bir yürüyüşle hoş geldiler sefalar getirdiler öyküme. Nahit Hanım eli boş gelmemiş şairi de getirmiş, Orhan Veli’yse “Ada Vapuru”nu.

Acaba ‘şiirsel öykü’ dedikleri böyle bir şey mi? İçe doğan, bilmeden, doğaçlama yazılan şey mi? Tanrım, nihayet ben de...)

Kardeşim Halil bir bankanın kredi kartları merkezinde çalıştı, ki yeni kurulmuştu o merkez, kredi kartı denen ömürboyu aylık borç memlekete yeni geliyordu, o yüzden de merkezdekiler çok çalıştı, Halil de uzun yıllar sonra şef olarak emekli oldu. Müdürleri bilmem ama şefler iyimser olur. O da iyimser bir çocuktur, karısı Aysel de neşeli bir kızdır, gezmeyi severler. İyi ettiler, gidip Çanakkale’ye yerleştiler, şimdi dağ bayır geziyorlar.

Halil aşırı film düşkünü sayılmaz ama iyi filmleri izler, unutamadığı filmler de vardır, “Siyah Gözler” de bunlardan biridir, onu iki kez izlemiştir, ben de çok sevdiğim bu filmi iki kez izlemiştim.

(Tanrının hakkı üçse, şairin hakkı da üçtür! Öyleyse Orhan Veli bu anı/anlatı/öykünmede üçüncü kez gezinse yeridir. Onu “Birdenbire” şiiriyle ağırlayalım ve uğurlayalım: “Her şey birdenbire oldu/Birdenbire vurdu günışığı yere/Gökyüzü birdenbire oldu/Mavi birdenbire.” Şiirin tamamını okursunuz, son iki dizesini de Nahit Hanım için yazalım, “Aşk birdenbire oldu/sevinç birdenbire” dizeleriyle onu da uğurlayalım, size de hoş baharlar Nahit Hanım!)

Kardeşim Halil’le benim “Siyah Gözler”i hem ‘dolu’ hem de ‘sevinçten yaşlı” gözlerle iki kez izlemiş olmamız hayli şiirsel bir durumdur. Bunları yazınca da üçüncü kez izlemiş gibi oluyoruz.

(Anton Çehov’un kısa öykülerinden uyarlanmış bir film olması nedeniyle de sanırım onun ‘oyunun başında bir tüfek varsa, sonunda mutlaka patlamalıdır’ anlayışını biraz yoruma uğratarak, ‘insanın kardeşiyle aynı filmi iki kez izlemiş olmasında da bir hikmet olmasa bile, bir öykü vardır’ diyerek, bu kısa öyküyü yazma nedenimi ve gerekçemi açıklamış oluyorum: Her zaman tüfek patlamaz ya, bazen de kalbimiz, duygularımız ve gözyaşlarımız... değil mi?)

siyah-gozler-139969-1.