Türk Tabipler Birliği (TTB) #YönetemiyorsunuzTükeniyoruz başlığı ile sosyal medyada duyurduğu bir etkinliği Eylül’ün ikinci haftası boyunca sürdürecek. Etkinliğin biri sembolik diğeri fiili iki göstergesi var. Sembol, siyah kurdele; sağlık hizmeti üretenler ve sağlık çalışanları ile dayanışma içinde olanlar hafta boyunca siyah kurdele takacaklar. Etkinlik Covid-19 hastalığı ile mücadelede yaşamını yitiren sağlık çalışanları anısına bir dakikalık saygı duruşu ile tamamlanacak. Birçok Avrupa ülkesindeki sağlık çalışanı eylemleri ile kıyaslandığında TTB, -iktidar dili ile söyleyecek olursak- “sorumlu” bir etkinlik düzenliyor. Böylece hem sağlık çalışanlarının kitlesel katılımına hem de toplumsal duyarlılığı güçlendirmeye öncelik verildiği anlaşılıyor.

Gerçi bizdeki iktidarın sicili bozuk; “yönetemiyorsunuz” tespitine aşırı alınıp, “tükeniyoruz” çığlığına aldırış etmeksizin bu etkinliği bile kriminalize edebilirler. Lakin farkında değiller; sağlık hizmet zincirinin bütün halkalarında öylesine büyük bir ahlaki öfke birikiyor ki! Nasıl birikmesin? Küresel salgınla insanlık namına ön cephede savaş veriyorlar. Kör bir bulaşa kurban giden meslektaşlarını görüyorlar, duyuyorlar. İdare ne yapıyor? Yaz ayından bu yana aldığı her kararla, virüsün geometrik artışına zemin hazırlıyor. Toplum ortalaması da doğal olarak devlet idaresini izliyor. Sonuç? Covid-19 hastalığı ile ön cephede savaşan sağlıkçı kahramanlara, kelimenin gerçek anlamı ile “mayın eşeği” muamelesi yapılmış oluyor. Küresel pandemi koşullarında sağlık çalışanının dünyanın her yerinde sahip olduğu anlam ile (ki bu, virüsle insanlık namına savaşan kahramanlardır) Hükümet politikalarının dolaysız etkileri neticesinde hissettiği anlam arasındaki tezatlık, sözünü ettiğim ahlaki öfkenin de membaıdır.

Ahlaki öfke deyip geçmemek gerekir; hele de –Sayın İçişleri Bakanının üslubuna benzer şekilde “âhlaki öfkeymiş, öfke siyaset sanatımızdır, bize de mi lo lo” diyerek, mesele hafife alınmamalıdır. Zira Barrington Moore’a göre bu öfke biçimi, büyük toplumsal devrimlerin ana motifidir. Beyler, şu kadarını söyleyeyim ki; mal ve hizmet üretenlerin âhlaki öfkesi, sizin kişilik temelli öfkelerinize benzemez!

Sonbahara girerken sağlık çalışanlarının sessiz etkinliklerindeki o güçlü çığlığı toplum olarak idrak etmek durumundayız. Küresel salgın koşullarında sağlık hizmet üreticilerinin morali, bir halk sağlığı konusudur ve o ciddiyetle ele alınması zorunludur. Haklı olarak aynı konuda devlete de bir çağrı çıkarmam beklenebilir. Nedenlerim var: Türkiye devletinin sevk ve idaresi, Gezi Direnişi’ni izleyen günlerden beridir, millet olarak tahayyül ettiği şahsını devlet ile özdeşleştiren bir algı yönetimine emanet; yeni hükümet sistemi içindeki idareciler de, Erdoğan-Türkiye özdeşliğine en çok kim inanıyor yarışındalar. Kıssadan hisse vaziyet, bizim yörelerin bir halk deyişini fazlasıyla andırıyor: “Köyün alt başında yalan uydurdum, üst başına geldim, ben de inandım!”

Doktor ve hemşireler başta olmak üzere sağlık hizmet zincirindeki tüm çalışalar için yeni tip koronavirüs bulaşığı bir meslek hastalığı olarak görülmek durumundadır; diğer mal ve hizmet üretiminde aynı bulaşığa iş kazası demek, iş hukuku alanındaki mevcut hükümlere daha uygun görünmektedir. Yeni adıyla Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı konuyla ilgili olarak, Covid-19’dan korunma tedbirlerini içeren bilgilendirici posterleri işyerlerine göndermek gibi önemli (!) hizmetler görmektedir. Yıllık faaliyet raporlarına gururla “poster asılmadık işyeri bırakmadık” diye de yazabilirler. Ancak Bakanlık olarak sorumlulukları tedbir beyan etmek değil, tedbir uygulamaktır; onun da başlangıç adımı, Covid-19 salgın hastalığının, hangi durumlarda bir meslek hastalığı ve iş kazası olduğu hususuna hukuki bir çerçeve sunmakla atılmalıdır.

Boşluğa söylenmiş bu talebi ete kemiğe büründürecek olanlar sendikalar, meslek odaları ve akademideki uzmanlardır.

Zira bu memleket bizimdir!