Hepimizin gözü ve aklı Türkiye ekonomisinin içine düşürüldüğü savrulmada; günlük yaşamda işittiğim tek konu anlaşılır biçimde doların hızlı yükselişi ve yarattığı süpermarket travması!

Bu göstergelere bakan uzmanlar daha uzun vadeli değerlendirmeler yapıyor. Türkiye ekonomisinin Çin modeline yöneldiğini söyleyen açıklamaların Çin ekonomisi ve devlet yapılanması hakkında ciddi bir cehalet içinde olduğu tartışma götürmez. Öte yandan Çin’e referans versin vermesin bir başka açıklama biçimi dikkat çekici; emek gücünün hızlı biçimde değersizleşmesinin bilinçli bir biçimde Türkiye’yi ucuz işgücü cennetine çevirmeyi hedeflediği öne sürülüyor. Bu işlevselci tespit, hızla gelmekte olduğumuz noktaya işaret etse de, savrulmanın bu amaca yönelik bilinçli yaratıldığı varsayımını ikna edici bulmuyorum!
Robert Merton, işlevselci açıklama biçiminin (eylemin, yol açtığı sonuç/hizmet ettiği işlevle açıklanması) içine düştüğü yanılgıyı açıklamak için “yağmur dansı” örneğini verir. Kabilenin yağmur dansı, gerçekten de yaşamlarını tehdit eden kuraklığa son verecek yağmur içindir. Ancak bu tür bir ritüel yağmuru getirmez; getirdiği başka bir şeydir. Zor koşullar karşısında bu tür bir ortaklaşma kabile içinde dayanışmayı artırır. Yol açtığı sonuca bakarak yağmur dansını değerlendireceksek, kabilenin amacının dayanışmayı artırmak olduğunu düşünmemiz gerekir. Oysa biliyoruz ki bu, girişilen eylemin niyetlenilmemiş bir sonucudur; niyet gerçekte kuraklığı sona erdirmektir.

Son dönemde izlenen kurdaki bozulmanın gerisinde faizleri düşük tutma sevdasının olduğundan hiç şüphem yok. Ancak bir kez daha yaşamı şekillendiren niyetlenilmemiş sonuç oluyor; faizleri düşük tutma yönündeki her hamle, bu niyete hizmet etmekten çok, ülkeyi hızla bir ucuz işgücü (taşınmaz, turizm vs.) cenneti haline getiriyor. Kısaca niyet, sonucu açıklamakta yetersiz kalıyor.

Bu durumda ortada kalan ve yanıt bekleyen soru yıkıcı sonuçları olan düşük faiz ısrarının gerisindeki niyetin ne olduğudur! İktidar açısından düşük faiz, ekonominin temel direği haline getirdiği inşaat sektörü ve toplumsal tabanı olarak gördüğü esnafı koruma çabası olarak görülebilir(di). Ancak geldiğimiz noktada düşük faiz ısrarının bu kesimlere, getirisinin çok ötesinde zarar verdiği açıkken, bu açıklamanın da en azından tek başına ikna edici olmadığı açık.
Daha ikna edici bir yanıt için biraz geriye dönüp AKP’yi iktidara getiren sürecin sembolü haline gelen başbakanlık önünde esnafın yazar kasa atma eylemini hatırlayalım. O süreç sonunda AKP iktidara geldi. Ancak iktidarda geçen 20 yılın sonunda AKP iktidarının para/sermaye ile içine girdiği ilişki onu başlangıçta verdiği resmin ve vadettiklerinin çok uzağına düşürdü.

Bu kayıp, AKP iktidarı için bir travmaya dönüşmüş bulunuyor. Hala belli kesimlerde popülerliği sürse de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, yenilgiyi, yol açtığı travmayı ve heyecan yitimini görmemesi mümkün mü? Tam da bu travmatik kaybetme hissinin dürtmesiyle (siyasal) bilinç-altınının devreye girdiği kanısındayım.

Daralan tüm manevra alanına karşın düşük faiz ısrarı en başa, bozulmadan önceki “saflığa” dönme arayışı olarak tekrar tekrar gündeme geliyor. Başa dönüş, 20 yıl içinde “para ekonomisi” ile girilen samimi ilişkide adıma adım eriyen heyecanı tekrar bulma şansı anlamına geliyor. Düşük faiz bu arayışın bir boş göstereni olarak, (ulus-ötesi) finans sermayesinin boyunduruğundan çıkış olarak tariflenen mücadelenin merkezine konuluyor. Uçurumun ucuna gelinmiş olmasına karşın bir imkânsızlık haline gelen bu iddia Merkez Bankası aracılığıyla tekrarlanıyor. Her tekrarla yıkım daha da büyüyor.

Psikanalizciler bu ısrara ölüm dürtüsü diyor. Ancak bu yıkıcı tutum orada sonuçlanma ihtimali yüksek olsa da basitçe siyasal bir intihar girişimi değil! Peşinde olunan, yukarıda da vurguladığım gibi en başa, bozulmadan ve kayıptan hemen önceki (orijinal) duruma dönmek, mücadeleyi yeniden vermek ve heyecanı yeniden bulmak! Ancak bu bir imkânsızlık ve her deneme iktidar açısından yıkımı beraberinde getiriyor.

İktidarın fantezi dünyasında yarattığı ve yaşadığı yıkım ve hayal kırıklığı, o dünyanın vatandaşa hediye ettiği süpermarketlerde gerçek bir yıkım ve kabusa dönüşüyor. Asgari ücretli çalışanların elinde etiket aletleri yıkım basıyor, küçülen torbalarıyla marketlerin önünde dikilmiş vatandaş fişlerinden yıkım okuyor.