İktidar, Türkiye ekonomisinin kendi damgasını taşıyan tüm zayıflıklarını ve skandallarını, milli ekonomiye işaret eden bir faiz hesaplaşmasıyla gölgede bırakabilir mi? Karşımızda projesini ve ulus-ötesi mali güçler karşısında özerkliğini geniş ölçüde yitirmiş bir iktidar var. Bu bir travma ve son bankacılık operasyonu da travma anına/hemen öncesine dönme ve bir kez daha “tarihi başka türlü yazma” arzusunun sonucu yapıldı. Doları şimdilik aşağı çeken bu müdahale, riskleri büyütme pahasına bir zafer gibi algılandı. Bu bir Pirus Zaferi! General Pirus, son savaşını kazanır ama ordusunun ve mali gücünün büyük bölümünü ve kendi siyasal geleceğini kaybederek; sonrasında “keşke kazanmasaydım” dediği bir zaferdir bu!


Pirus benzetmesini yapmışken, Simon Beauvoir’ın felsefi eseri, “Pyrrhus and Cineas”’ta geçen bir diyalogu aktarmamak olmaz. Danışmanı Sineas, komutana çıkacakları sefer öncesinde, biraz da caydırma umuduyla sorar;

-Peki Italya’yı ele geçirdikten sonra sırada ne var?
-Ardından Sicilya’yı alacağım
-Peki sonra?
-Makedonya’yı tekrar ele geçireceğim.
-Peki sonra?

İktidarın dünya gücü olma hayalini hatırlatmıyor mu? Dünya gücü olmak bir yana geldiğimiz noktada iktidar, faiz oranlarına karar verebilme kavgası veriyor. Kısaca; her ölçekte hikayesi ve projeleri tükenen bir iktidar var karşımızda! Tam da bu nedenle faiz oranlarını belirleyememek iktidarın travmasını daha da ağır hale getiriyor. Her yenilginin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, tekrar muhabere meydanına dönmek istiyor. Nafile biçimde her yenilgiden sonra komutanlar değiştiriliyor, olmayan kaynaklar harekete geçiriliyor! Şimdi iktidar, tam olarak ne kadar süreceğini bilmediğimiz ama çok sürmeyeceği anlaşılan yüksek maliyetli bir Pirus Zaferi kazandı!

Ancak hikâye karmaşık ve burada bitmiyor! İktidarın savaş mantığıyla işlettiği bu stratejinin iktidar açısından orta ve uzun vadede ne anlama geldiği sorusu önemli. Diğer yandan bütün yıkıcı yönlerine rağmen azımsanmayacak bir toplum kesimi bu stratejiye niçin destek veriyor? Benzer değerlendirmelerin muhalefet açısından da yapılması gerekiyor. Bir kez daha altını çizecek olursak; kısa vadede zafer gibi görünse de bu strateji sürdürülebilir değil! O nedenle zorlu bir süreç sonunda da olsa bir iktidar değişimi olacağını düşünmek için iyi nedenlerimiz var. Dolayısıyla kısa vadede iktidara nefes aldırsa da boş göstereni faiz oranları olan ve gerisi olmayan milli ekonomi kurgusunun iktidarı kurtaramayacağını düşünüyorum.

Ancak söz konusu milli ekonomi fabrikasyonunun orta ve uzun vadede (niyetlenilmemiş) tam tersi sonuçları olabileceğini de not düşmek gerekiyor. Bir an için AKP sonrası düzenin ekonomi politikalarının ulus-ötesi finans çevrelerinin dayattığı koşullar üzerinden şekillendiğini varsayalım. Bu tür bir süreçte ortaya çıkacak hoşnutsuzlukları hangi siyasi güç temsil edecek? Böylesi bir ortamda toplum AKP’yi (ya da gelecekteki temsilcisini) son yirmi yılda yarattığı mali yıkım, rant ekonomisi ve yolsuzluklarla mı hatırlayacak; yoksa milli ekonomiyi inşa etmek isterken başına bir iş getirilmiş yerli iktidar olarak mı?
Tam da bu nedenle, AKP’nin travma öncesine dönerken yeni travmalar yaratan ölümcül stratejisini iyi anlamak gerekiyor. Toplumun farklı katmanları açısından olduğu kadar, muhalefet açısından da! Örneğin muhalefet açısından öyle bir durum oluşuyor ki; sipariş vermediği bir yemeğin faturası çok kısa bir sürede kendisine kesilebilir. O yüzden menüye, siparişe ve sipariş verene iyi bakmak gerekiyor! Bakmaya devam edeceğiz.