İçine itildiğimiz koşullar ne tek bir iktidarın eseri ne de gerisinde tek bir neden var. Merkezinde AKP iktidarının olduğu çok katmanlı ve çok nedenli bir sürecin sonunda büyük bir çöküş/çözülme yaşıyoruz.

Çok karmaşık ve kapsamlı tahlillere ihtiyaç var. Ama bu tür durumlarda bazen tekil bir olay üzerinden yapılan çözümlemeler çok daha bilgilendirici olabiliyor. Faiz oranları etrafındaki savrulmaya bu nedenle odaklandım; Son dönemde faiz oranları “küresel piyasalarda” yukarı yönlüyken, AKP iktidarı bu oranları düşük tutmaya çalışıyor. Bu stratejiden, hem hazineye hem de topluma büyük maliyetler doğurmasına rağmen, vazgeçilmiyor.

Son ısrar daha öncekilerden daha büyük bir yıkım yarattı; döviz hesapları üzerinden verilen garantilerle doların aşağı çekilmesi iktidar çevrelerince bir zafer olarak ilan edilse de herkes farkında ki yapılan dolaylı bir faiz artırımı ve bir kez daha iktidar mali piyasalar karşısında kaybetti!

Bu duruma bakınca şu soru ciddiyetini koruyor; niçin başarılı olmayacağı bilinen bir strateji tekrar tekrar deneniyor? Bu durumun karar alıcılar cephesindeki karşılığının, psikanalizcilerin ölüm dürtüsü dedikleri bir işleyişe karşılık geldiğini öne sürdüm. Mesele şu, genel olarak mevzi ve hikayesini yitiren iktidar, tam da yenildiği meydana gelip, bu kez başarıp yeni bir hikâye yazmak istiyor. Her siyasi aktör, yenilgi ve hikâye kaybından sonra yeni bir hikâye/başarı/heyecan yakalamak ister, bu gayet rasyonel bir durumdur. Ancak olayı sorgulatan, iktidarın yenildiği ve yenilmesinin kaçınılmaz olduğu bir alana ve travmaya dönüş yapmaktaki ısrarı! Olayı yıkıcı hale getiren ve ölüm dürtüsü dedirten de galiba olayın bu yönü!

Bu tartışmada yanıtsız kalan boyut hala şu; olay bu derece yıkıcı ve toplumsal maliyetleri bu denli yüksek hale gelmişken, defalarca tekrarlanan bu travmadan payını alan geniş bir kesim, niçin bu duruşu desteklemeye devam ediyor? Kuşkusuz son dönemde iktidar azımsanmayacak bir destek yitirdi. Ancak kopmayı reddeden kesimin hala çok geniş olması duruma açıklama gerektiriyor.

Çözümlemelerin bu noktada tıkanmasının önemli bir nedeni yapılan çözümlemelerin liderlik/seçkinler odaklı olmasıdır. Soru şu; liderleri etkileyen, onları dönüştüren zamana ve mekâna yayılmış bu deneyimler toplumsal tabanı da farklı biçimlerde de olsa etkilemiyor mu? Daha somut olarak ifade etmek gerekirse, ölüm dürtüsü olarak işaret ettiğim türden eğilimler toplumun farklı kesimlerinde de yaşanmıyor mu?

Birçok coğrafyada olduğu gibi Türkiye’de de neoliberal dönüşüm şemsiyesi altında topladığımız süreçler siyasete giderek artan biçimde bir savaş mantığı kazandırdı. Siyaset savaş biçimini aldığı ölçüde meydanlarda sadece komutanlar yenilmiyor. Benim ha bire geniş halk kesimleri dediğim ordular da yeniliyor. Komutan travma yaşıyorsa, ordular da yaşıyor. Dolayısıyla komutan travmaya dönüşen yenilgi anına dönerken sadece kendisi için dönmüyor; aynı zamanda bağlılığını sürdüren kesimler için de dönüyor, dönüş bir meydan okuma olarak bağlılıkların sürdürülmesinin de bir mekanizması haline geliyor.

O nedenle, bağlılıklarını sürdürenlerin bu tavrını “yanlış bilinç” olarak damgalayıp bir yana koymak son derece yanlış! Destek verenler durumun bir hayli farkındalar. Ancak siyaset savaş olarak tanımlanıp toplumsal alan bu derece kutuplaşıp, ayrıştığında doğrunun tanımı da değişiyor. Olgular göreceli hale gelmeye başlıyor; komutanların ve aynı safta yer alanların “yanlışlarını” görmemek, bağlılığın test edilmesi anlamına geliyor.

Kuşkusuz bu tür bağlılıkların bir sınırı var. Maliyetler arttıkça safları terk edenlerin sayısı da artıyor. O nedenle öyle ya da böyle bu oyunun, en azından bu haliyle sürdürülmesi mümkün değil. Bir değişim maliyetleri yüksek de olsa olacak! Tam da bu nedenle bir başka soruyu daha yanıtlamak gerekiyor. Muhalefet tarafında bütün bu süreç nasıl deneyimleniyor?

Öyle ya, orada da tekrarlayan yenilgiler ve travmalar var; yani o cephelerde de ölüm dürtüsü açıklama bekliyor!