Toplumsal yaşamın her bir hücresine sızmaya çalışan, siyasal alanı domine eden siyasal İslam’a karşı ne yapmalı? Bireysel kurtuluş peşinde koşmadan, muhalefetin “uzlaşı” aldatmacasına düşmeden nasıl bir alternatif güç oluşturmalı? Gelin bunu küçük bir Akdeniz ülkesi üzerinden örneklendirelim. Siyasal İslamcı kötülüğün yol açtığı yıkımların toplumları ne tür felaketlere sürükleyebileceğini ve aynı zamanda toplumsal direnişin nasıl bu […]

Toplumsal yaşamın her bir hücresine sızmaya çalışan, siyasal alanı domine eden siyasal İslam’a karşı ne yapmalı? Bireysel kurtuluş peşinde koşmadan, muhalefetin “uzlaşı” aldatmacasına düşmeden nasıl bir alternatif güç oluşturmalı?

Gelin bunu küçük bir Akdeniz ülkesi üzerinden örneklendirelim. Siyasal İslamcı kötülüğün yol açtığı yıkımların toplumları ne tür felaketlere sürükleyebileceğini ve aynı zamanda toplumsal direnişin nasıl bu yıkımı durdurabildiğini görmek için Tunus biçilmez bir kaftan.

Kartaca ülkesinde dün “Yasemin Devrimi”nin yıldönümüydü.

Diplomalı işsiz Muhammed Buazizi isimli genç bir seyyar satıcının bedenini ateşe vermesiyle başlayan olaylar sonrasında bundan 14 Ocak 2011’de 23 yıllık Zeynel Abidin Bin Ali rejimi yıkıldı.

HİKâYE BAŞLIYOR

Ve bütün hikâye de bundan sonra başladı.

O ana kadar ortalıkta olmayan, kırk yıldır İngiliz istihbaratının gözetiminde Londra’da mesken tutan Raşid Gannuşi adındaki İhvancı, Humeyni misali ülkeye geri döndü. Pusuda bekleyen siyasal İslamcılar işsizliğe, yoksulluğa, otoriter yönetime karşı oluşan öfkenin üzerine konmaya başladılar.

İhvan’ın Tunus kolu olan Gannuşi liderliğindeki En Nahda, İngiltere ve ABD’nin desteğiyle hemen kendi gizli ajandasını hayata geçirmeye başladı. Dalga dalga büyüyen sokakların öfkesini çalarak, küresel efendileriyle birlikte “ılımlı İslamcı” yeni rejim için kolları sıvadılar.

Bir tarafta uzlaşı, hoşgörüden bahsederlerken diğer tarafta olanca güçleriyle otoriter İslamcı yeni düzen için, anayasa, yasaları-, toplumsal yaşam değiştirilmeye başlandı.

Bu uğurda önüne çıkan herkesi, her şeyi ezdiler. Devletin bütün baskı mekanizmalarıyla toplum sindirilmeye çalışıldı. Toplu gözaltılar, tutuklamalar yapıldı. Yetmedi silaha da başvurdular. Laik seküler liderler suikaste uğradı. Sık sık Ankara’da da ağırlanan Gannuşi’nin neferleri pupa yelken yol alırken, kısa sürede şeriat anayasasının ilanına kalkışıldı. O güne kadarki tüm kazanımları yok ederek.

Kadın-erkek eşitliğinden sendikal kazanımlara, temel hak ve özgürlüklerden çalışma yaşamına her alanda büyük yıkım ve tahribatlar yarattılar. Bütün bunları yaparlarken de ülkeyi neo-liberal küresel sistemin açık bir pazarına dönüştürdüler. ABD ve İngiliz emperyalizmiyle askeri anlaşmalar yaptılar, bu güç odaklarına mavi boncuk dağıttılar.

PES ETMEDİLER, KAZANDILAR

Ancak Kartacalıların torunları pes etmedi. Yılmadan, korkmadan mücadele ettiler. Kadınıyla, genciyle, yaşlısıyla, sendikasıyla, meslek örgütler, sermayesi ve hukuk örgütleriyle. Siyasal İslamcı kötülüğe karşı hep birlikte ayağa kalktılar. Küçük ülkede milyonları bulan eylemler yapıldı.

Örülen toplumsal direnç karşısında afallayan İhvancılar geri adım atmak, toplumsal direniş karşısında iktidarı paylaşmak zorunda kaldılar. Öyle ki bu mücadele “Tunus Dörtlüsü” adı verilen emek ve meslek örgütlerine Nobel’i dahi getirdi. İslamcılar ilk seçimlerde de derslerini aldılar.

Elbette ki bütün bunlara rağmen Tunus’ta hikâye bitmiş değil. İhvancılar bir sonraki seçimde yeniden iktidara geldiler. Ancak artık rejimi kökten değiştirme gücüne ve cesaretine sahip değiller.

Tunus’tan çıkarılacak çok ders var. Yılmadan, umutsuzluğa kapılmadan, moral çöküntüye izin vermeden direnmek. Birlikte mücadelenin yollarını aramak, doğru bir zemin üzerinden toplumsal mücadeleyi ortaklaştırmak.

Önder İşleyen’in BirGün Pazar’daki “Uzun bir İnat” yazısında dikkat çektiği gibi siyasal İslamcılığın boyunduruğu altında hayatın her alanında görülen yozlaşmaya rağmen, siyasetin ağır tortusunun altında görünür olmasa bile toplumun en dinamik kesimlerinde biriken bir özgürlük arayışı var.

İşte kurtuluş burada. Toplumsal mücadeleyi toplumun bağrına taşıyacak, direniş dinamiklerini birleştirecek bir anlayışla siyasal İslam karşısında gerçek bir alternatif yaratmaktan başka yol yok.