Sınırlandırmanın başlıca nedeni siyasal İslam’ın “varoluşsal konumsal” bir ideoloji olmasıdır. Bireyin inşasında ona soyut olduğu kadar somut direktiflerde bulunur

Siyasal İslam’ın “günahı”: Ensar Vakfı

KANSU YILDIRIM - @KansuYildirim

BirGün gazetesinin ortaya çıkardığı Ensar Vakfı’ndaki 45 çocuğun tecavüze uğramasına ilişkin haber, kimsenin tahmin edemediği bir reaksiyonu tetikledi. Ensar Vakfı’nı ve yöneticilerini sahiplenen gazetecilerin, siyasetçilerin, Başbakan ve Bakanların varlığı reaksiyonun daha da büyümesine yol açtı. Sahiplenme yarışı karşısında mütedeyyin kesimlerde bile rahatsızlıklar belirmeye başladı.

Ensar Vakfı’na ilişkin haberin ardından çocukların maruz kaldığı pek çok istismar ve cinsel şiddet haberinin peş peşe gündeme düşmesi, vakaların tek bir örnekten ibaret kalmadığını, rastlantısal olmaktan çıktığını ortaya koymaktadır. Karaman’daki olay “buzdağının görünen kısmıdır”. Türkiye’nin farklı il ve ilçelerindeki “tekil” veya “münferit” izlenimi uyandıran, ilgili kurumların iktidar zırhı ile korunmaya çalışıldığı cinsel şiddet vakaları sistematik bir işleyişin, bunu mümkün kılan bir ağın habercisidir. Mağdurunun kız ve erkek çocukları, failinin dini eğitim veren dernek-kurs-vakıf görevlilerinin olması cinsel şiddet vakalarının ideolojik bir ağ üzerinde cereyan ettiğinin göstergesidir. Bu olaylar “sapık” bir öğretmenin edimi veya kurumsal “ihmallerle” açıklanamaz.

TÜİK verilerine göre cinsel suçlardan ceza infaz kurumuna giren hükümlü sayısı 2009 yılında 562 iken, 2013 yılında 4.143 olmuştur. Hükümlülerin % 98’nin erkeklerin oluşturduğu cinsel suçlarda yıllara göre artış dikkat çekicidir. Örneğin Ankara Çocuk Koruma Birimi’nin araştırmasına göre Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne 2005 yılında gelen vaka sayısı 17 iken 2010 yılında bu sayı 34’e yükselmiştir. Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre 2014 yılında TCK’da çocukların cinsel istismarının tanımlandığı 103 maddesinin 2. fıkrası (tecavüz suçu) uyarınca “açılan davalardaki suç sayısı” 7.364’tür.

Donuk bir rakam olarak yazılan çocuklara cinsel şiddet vakaları kendi “doğallığında” veya “münferitliğinde” cereyan eden hadiseler değildir! Çocuklara ve kadınlara yönelik istismar ve cinsel sömürünün ivme kazanmasına yol açan faktör, yapısal bir momentin varlığıdır. Gerek ataerkil anlayışın kökleşmesini gerekse kamuoyunu sarsan olayların gerçekleştiği dinsel eğitim kurumlarının legalleşerek meşrulaşmasını sağlayan şey, siyasal İslam projesidir.
AKP iktidarı, siyasal İslam projesinin yerleşiklik kazanması amacıyla tarikat ve cemaatlerin faaliyetlerine müsamaha göstermekte ve çıkar ağı içerisinde yer aldıkça teşvik etmektedir. Tarikat ve cemaat tipi örgütlenmeler dernek, vakıf, platform statülerinde hem ekonomik hem de siyasi açıdan siyasal İslam’ın lojistik kaynağıdır. Siyasal İslam’ın ideolojik yeniden üretimi için vazgeçilmez olansa çocuklar ve eğitimleridir. Bilhassa eğitim hizmetleri üzerinden örgütlenen dinci yapılanmalar çocukların benliklerini şekillendirirken bir gündelik yaşam şebekesi kurarlar. Beslenme, barınma, burs, eğitim gibi hizmetlerin yer aldığı gündelik yaşam şebekesinde çocuklara sınırlar çizilir.
Sınırlandırmanın başlıca nedeni siyasal İslam’ın “varoluşsal konumsal” bir ideoloji olmasıdır. Bireyin inşasında ona soyut olduğu kadar somut direktiflerde bulunur. Bireyin aidiyet kodlarını inşa ederken, belirli bir mekâna ve sınıfsal hiyerarşiye de referans verir. Dinsel gündelik yaşamın dili bu bakımdan skolastik eğitimin diliyle konuşur.
Terry Eagleton’ın belirttiği üzere, din, bazısı inceden inceye işlenmiş skolastik felsefe, bazısı etik ve kural koyucu, bir kısmı da öğüt verici ve teselli edici söylemler hiyerarşisinden oluşur. Bu nedenle dinsel-eğitsel gündelik yaşam şebekesinde karşılaşılan sorunların mağdurlarının konuşması neredeyse imkânsızdır; çünkü ya egemenin diliyle konuşmak zorundadırlar ya da hiyerarşideki pozisyonları gereği sessizliğe gömülmekten başka çareleri yoktur…
Dinsel skolastik eğitimin en önemli düsturu olan dogmatiklik ve hiyerarşi prensibi, Ensar vakasına ve sonrasına da sirayet etmiştir. Tecavüz ve istismara uğrayan çocukların ve ailelerinin çığlıklarını bastırmak amacıyla inançlar üzerinden gerekçeler yaratılmış veya kurum içi sansür devreye girmiştir. Bunun en büyük delili, Karaman’daki olayın birkaç yıllık geçmişe sahip olmasıdır. Karaman’a giden CHP Bursa Milletvekili Lale Karabıyık’ın istismar olaylarının 2012 yılında başladığını ve 2014 yılında bazı ailelerin çocuklarını bahse konu evlerden aldıklarını belirtmesi bu bağlamda değerlendirilmelidir.

Ensar Vakfı evlerindeki tecavüz olayı ve benzerleri açıkça bu memlekete solun gerekliliğini bir kez daha hatırlatmıştır. Çünkü sağ ideolojiler tıpkı Ludwig Wittgenstein’ın “aile benzerlikleri” öğretisi gibi “az çok birbirileriyle örtüşen özellikler ağı”na sahiptir. Sağ siyasetler bu nedenle benzer olaylara benzer refleksler verirler. AKP’nin ve şürekâsının 17–25 Aralık Yolsuzluk Operasyonlarında Bakanları sahiplenme refleksinin şimdi Ensar Vakfı’nı sahiplenme refleksiyle aynılığı bundan kaynaklanmaktadır. İktidar partisi, kendilerine uzanma ihtimali olan konular karşısında domino taşı etkisinden kaçınmak amacıyla “aile benzerliklerini” korumaya çalışır—irrasyonel de olsa. Bunun da en büyük delili, muhalefet partilerinin verdiği Karaman’la ilgili araştırma önergesinin ilk başta AKP tarafından reddedilmesidir.

Siyasal İslam’ın hâkimiyetini pekiştirmek için dinsel skolastik eğitimin önü açıldıkça, tarikat ve cemaat tipi yapılanmalara meşruiyet kazandırıldıkça, taciz ve tecavüzle anılan kurumlar iktidarın zırhıyla korundukça çocukların ve kadınların ruh ve beden bütünlüğü muallâktadır. Çok açık ki, iktidar bloğunun ideolojik aparatına dönüşen medya kuruluşları bu olayı nötralize ederek servis edeceklerdi. Muhalif sol basın aracılığıyla Karaman’daki çığlıklar ulusal ve uluslararası düzeyde duyulma imkânı yakalamıştır. Bu da “memlekete sol neden lazım?” sorusunun cevabı olabilir. Sol muhalefet, savunduğu evrensel ilkeler ve değerler uyarınca olayların öznesi olan kişiler hakkında “sağ”, “köktendinci”, “İslamcı” gibi yaftalamalara girmeksizin çocuklarımıza sahip çıkmıştır ve çıkacaktır.

Ensar Vakfı’ndaki tecavüz skandalı eşzamanlı olarak sola “siyasal sorumluluğunu” hatırlatmıştır: Dinsel skolastik eğitime ve siyasal İslam’ın sınıfsal kastlaştırmasına karşı laik bilimsel parasız eğitim mücadelesinin vazgeçilmezliğini, bu mücadelenin büyütülmesi gerektiğini solun gündemine bırakmıştır.