Türkiye’de muhafazakârlık ve laiklik bir arada sürdürülemez. Muhafazakâr iklimde siyaset CHP’yi değil yine sağı güçlendirir. Sağ güçlü olduğu sürece, bugün Erdoğan gitse dahi yine benzer bir figürün ortaya çıkma potansiyeli canlı kalır. Bu yüzden çözüm bu muhafazakâr iklimin geriletilmesinden geçiyor.

Siyasal İslam, neoliberalizm ve CHP

CANER ÖZDEMİR

Türkiye’de şeriat tehlikesi son günlerde yine gündemdeydi. BirGün’de Doğan Tılıç ve Diken’de bir yazar, yakın zamanlarda bu konuya değindiler. Diken'deki yazıda, toplumun bazı kesimlerinde kaygıyla dile getirilen ‘Bir sabah kalkacağız İran’dakine benzer bir şeriat ilan edilmiş’ düşüncesinin gerçek olup olmadığına yanıt aranırken, Tılıç da yine bu kesimin ‘’Türkiye İran olmayacak” sloganı atıp öte yandan yaptığı hatalara değinmiş. İki yazı da çok değerli bilgiler içeriyor. Ben bu yazımda ise İran ve Türkiye’deki Siyasal İslam’ın yapısına, Neoliberal arka plana ve CHP’nin son dönemlerdeki tutumlarına değineceğim.

İran ve Türkiye’de Siyasal İslam

Neoliberalizm Siyasal İslam’ın İran ve Türkiye’deki karakteri üzerinde belirleyici olmuştur. İran’da Şah’a, neoliberalizme ve Siyasal İslam’a karşı petrolü millileştiren Musaddık ABD destekli bir darbe ile uzaklaştırılırken, İktidara getirilen Şah ise neoliberal olup anti-komünistti. Şah lüks içinde yaşıyor, halkı fakirliğe mahkûm ediyor, ülkeyi polis devletine çeviriyor, muhalifler ve medya üzerinde oldukça baskı kuruyordu.

Kriz ve baskı zamanlarında kitle psikolojisi, güçlü bir figürün etrafında toplanma dürtüsüyle hareket eder. Çünkü yaşamsal varlığı ve geleceği tehdit altındayken bir kurtarıcıya ihtiyacı vardır. Bu kurtarıcı ile kitle arasında bağımlı bir ilişki vardır. Bu bağımlılık da güçlü eylemleri doğurur. Aynı zamanda “özgürlük, adalet, eşitlik, bağımsızlık” gibi kavramların güçlü biçimde kullanılması Humeyni’nin karizmatik bir lider olarak insanları peşinden sürüklemesinde önemli bir etkendi.

Humeyni bir halk hareketiyle iktidara gelmiş, ABD ve neoliberalizm karşıtıydı. Onun bu ideolojik tutumu bugün de etkisini devam ettirmekte ve Irak’taki ABD üslerini vuracak kadar sertleşebilmektedir.

Neoliberal ekonomiye ve ABD’nin Ortadoğu politikalarına karşı olmayan biri olarak Erdoğan, 2001 krizinin itici gücüyle, bir kurtarıcı olarak iktidara geldi. AKP’nin de yoğun olarak destek aldığı taban Humeyni gibi orta sınıfın altıydı. Bu taban ile olan bağlar Erdoğan’ın Saray’a çıkmasıyla zayıflarken, eskisi gibi dar gelirli sınıfın baktığında kendisini gördüğü lider artık yok.

Şah ve Erdoğan

AKP ve Erdoğan, Türkiye’deki uygulamaları itibariyle Humeyni’ye değil Şah’a benzemektedir. Bu bağlamda, Türkiye’de Siyasal İslam’ın bir halk hareketi olmaktan çıktığını ve sınıfsal olarak elitist diyeceğimiz bir konumda olduğunu söyleyebiliriz. Sadece ‘’Beklenen Mehdi’’ gibi Şii inancında yer alan kavramlarla kendisini makyajlamaktadır.

İran devrimi Şii-Sunni dayanışmasına dâhil, farklı kesimlerin katılımıyla gerçekleşmiştir. Oysa Türkiye’de devlet içinde tarikatlar rekabet ederken, AKP içindeki çeşitli gruplar zaman içinde ayrılmış ve ülke zamanla kamplaşmıştır.

Ülke böyleyken, Cumhur İttifakı’nın elinde düşman yaratmaktan başka bir şey kalmıyor. Askeri darbe söylentileri ve savaş politikası sürekli gündemde tutularak, kendi tabanını konsolide ediyor. Bu hamasete, ekonomik krizi de eklenerek, krizin iktidarı yıkacak güce erişmesini erteliyor.

Siyasal İslam Türkiye’de ‘yıkıcılık’ açısından başarılı ancak ‘kuruculuk ve sürdürülebilirlik’ açısından başarısızdır. Çünkü Siyasal İslam’ı güçlendirecekleri sistem olarak ‘başkanlık sistemi’ 1 yılda çökmüştür. AKP’nin en büyük başarısı ise kendi siyasal iklimini Türkiye’nin genel siyasi iklimi haline getirmek olmuştur.

CHP’nin yanılgısı ve Abdullah Gül

Bütün bu gerçekler gösteriyor ki ‘Türkiye İran olmayacak’ sloganı da ‘Bir sabah kalkacağız İran’dakine benzer bir şeriat ilan edilmiş’ düşüncesi de problemli. Bir diğer problem de CHP’nin muhafazakâr iklimde siyaset yapması. CHP’yi bu iklimde siyaset yaptıran yanlışlar şunlar;

Halkla seçmen ilişkisi kurması ve oy odaklı düşünmesi,

Lâiklik sorununun ve dincileşmeyi salt Erdoğan’la kişiselleştirmesi,

Muhafazakârlıkla neoliberalizmi bir bütün olarak görmemesi.

Türkiye’de muhafazakârlık ve laiklik bir arada sürdürülemez. Muhafazakâr iklimde siyaset CHP’yi değil yine sağı güçlendirir. Sağ güçlü olduğu sürece, bugün Erdoğan gitse dahi yine benzer bir figürün ortaya çıkma potansiyeli canlı kalır. Bu yüzden çözüm bu muhafazakâr iklimin geriletilmesinden geçiyor.
Bu bağlamda, sosyalistlerin CHP’ye yönelik eleştirileri çok anlamlıydı. Gerçekten 18 yıldır CHP, yerel yönetimlerin gücüyle, bu muhafazakâr iklimi değiştirmek adına çalışsaydı, sağ ritüellere belki de ihtiyaç duymayacaktı. Bir de Abdullah Gül konusu karşımızda duruyor.
Muhafazakârlıkla neoliberalizmi bir bütün olarak görmek, Abdullah Gül & Ali Babacan noktasında çok önemli. Geçtiğimiz günlerde Abdullah Gül, "Siyasal İslam artık dünyada kalmadı" dese de neoliberal politikaların Türkiye’deki dolaşımı için ‘kader, ‘şükretmek’, ‘biat’ gibi kavramların yani muhafazakârlığın sürmesi gerek.

Siyasal İslam hem kontrol edilemez hale geldiğinden hem de Arap Baharı’nın yaşandığı ülkelerde yenilgi aldığından ABD bu kesimi desteklemiyor. Hatta Mısır’da görüldüğü gibi Müslüman Kardeşler’i değil Sisi’yi destekliyor. Abdullah Gül de iyi biliyor ki Türkiye’ye ABD’nin uygun gördüğü yeni model, Neo-Liberal ekonominin devam ettiği, muhafazakârlığın gücünü koruduğu, batıyla çatışmayan ve Rusya ile ittifak yapmayan bir model.
Bu yüzden Davutoğlu ve Babacan ile Türkiye’yi yeniden kurmak, sadece Erdoğansız AKP rejiminin yeniden inşası anlamına gelir. Unutmayalım seçim kazanılır ya da kaybedilir bu sadece "halkla ilişkiler" sorunudur. Asıl iktidar solun kültürel ve fikirsel bir güç olmasıdır ve asıl yenilgi de sağın kültürel ve ideolojik hegemonyasını kabullenmektir.