Buralarda fısıltıyla dolaşan rivayete göre, ABD, Afganistan’dan çekilmeye başladıktan sonra Taliban’ın hızlı ilerleyişi Amerikan yönetimine ikinci bir “Tahran Büyükelçiliği faciası” (1979) paniği yaşatmış. Bu facianın tekrarını yaşamaktan korkan ABD yönetimi, “Büyükelçilik ve diğer görevlilere dokunulmaması, güvenli tahliye” güvencesi karşılığında Kabil’i Taliban’a teslim etmiş. Burada “güvenilir” yerlerden haber alan dostlara göre Kabil’in bu kadar hızlı düşmesinin altındaki gerçek işte bu kirli anlaşma. Böylece, Afganistan, uygar dünyadan silinmesi gereken (siyasal) İslamcı barbarların eline düştü.

Peki, ABD’nin bu korkusu-paniği gerçekçi mi? Yani Taliban, ABD’nin Kabil Büyükelçiliğini basıp içeridekileri pazarlık konusu yapmak için esir alır mıydı? Korkarım sadece esir almakla kalmazdı, aklımıza getirmekten bile korktuğumuz kötülükleri de yapabilirdi. Bugünlerde ılımlı-aklıselim görünmeye çalışan Taliban üst düzey yöneticileri bunu önlemek isteseler bile büyük olasılıkla engel olamazlardı. Çünkü bu örgüt, bilindiği üzere, (siyasal) İslamcılığa iman etmiş ve o ideolojiyle yoğrulmuş ilkel, cahil (okuma-yazma oranı yüzde on bile değil) fanatikler güruhundan oluşuyor. Ayrıca, Taliban içinde Taliban var, hem de birkaç tane ve hepsi birbirinden barbar.

İLKELLİK İDEOLOJİSİ

Ta ilk günden beri (siyasal) İslamcılığın ilkellik ve kötülüğün ideolojisi olduğunu savundum - ekonomi-politik değişkenleri paranteze alarak. Şimdi, uygar dünyanın (hatta İslam dünyasının büyük çoğunluğunun) da aşağı yukarı aynı şeyleri düşünmeye başladığını görmek insanlık için umut verici bir gelişme sayılabilir (Örn. Kanada, Taliban’ı tanımayacağını açıkladı). Canilikleri, kendilerinden olmayan veya kendilerine benzemeyen herkese duydukları nefret, kadın düşmanlığı, medrese-tekke ve Kuran kurslarında yaşanan yaygın çocuk tacizleri ve örtbas etmek için gösterdikleri olağanüstü çaba ve daha 12-13 yaşındaki kız çocuklarıyla evlenmek istemeleri kutsiyet atfettikleri o ideolojilerinin içeriği hakkında dünyanın gözünü açmaya yetti. Yalan ve riyanın (siyasal) İslamcılığın amentüsü olduğunu, onur-haysiyet, saygınlık gibi insanı yücelten kavramların ise yanından bile geçmediklerini, bu kavramları içselleştirecek kadar gelişmiş insanlar olmadıklarını artık bütün dünya biliyor.

Tabii ki tek tek bireylerin değil ideolojinin kötücüllüğünden bahsediyorum. İnsanın bir ideolojiyi benimsemesi kendi değerlerine yakın gördüğü siyasal değer sistemiyle buluşması şeklinde olur. Bir insanın (siyasal) İslamcı olması, kötücül fıtrata (kişilik yapısı) sahip birinin kendindeki bu kötücüllüğü kutsayan ve yücelten “ilkellik ve kötülüğün” ideolojisiyle buluşması demektir. (Benzerlerinin diğer dinlerde de olduğunu hatırlayalım). Kutsanan ve yüceltilen o kötücüllük, IŞİD, Taliban’dan memlekette “Darbecilerin karısı kızı bize helaldir, evlerini basalım” diye sokaklarda nara atan sözde ılımlı İslamcılara kadar uzanır. Hangi tonda ve hangi kılıkta olursa olsun bunlar budur. Mayasında asla iyilik yoktur, insanı iyi-güzel kılan ve yücelten hiçbir şeye yer olmadığı gibi çoğunlukla haram veya günahtır.

KÖTÜLÜĞÜN KAYNAĞI

Peki, (siyasal) İslamcılığın (ideolojinin) kötücüllüğünün kaynağı nedir? İslamcılar kendi fıtratlarında bir Allah yarattılar (bu Allah, tabii ki samimi dindar Müslüman’ın iman ettiği iyilik-güzellik emreden ve sunan Allah’ı değil) ve ideolojilerinin bu “kutsal güc”ün emirleri ve isteklerinden oluştuğuna inanıyorlar. Yani ideolojilerine kutsiyet atfediyorlar.

Aslında, kendi fıtratlarında yarattıkları bu “kutsal şey” Firavun’un ta kendisi. Hani (siyasal) İslamcıların durmadan lanetledikleri şu hayal kahramanı. Peki, istisnasız hepsi antisemit olan (siyasal) İslamcıların “Musa masalı”nın bu kötü kahramanıyla alıp veremedikleri nedir? Sakın aynaya baktıklarında bir Firavun kopyası/sureti görüyor olmasınlar… Zira bilinçaltının insanın kulağına durmadan kendi hakkında (kabul edilemeyen, bastırılan) o gerçekleri fısıldamak gibi kötü bir tarafı da vardır. Kulağınıza sürekli aynada gördüğünüz o suret/kopya ile ilgili gerçekleri fısıldayan bir bilinçaltı ile cebelleşmek insanı eninde sonunda o “şey”e benzetir…