Bir siyasal İslamcı demokratik seçimleri savaş/cihat, muhalifleri düşman/kâfir olarak görür. Ona göre savaş hiledir ve kazanmak için her türlü yalan söylenir, iftira atılır, manipülasyon yapılabilir.

Siyasal İslamcılara karşı laiklik ihtiyacı

Füsun Akatlı “Cumhuriyet artık bir külkedisidir” diyeli on yıldan fazla oldu. Bu on yıl onun yazısında dile getirdiği saptamaların, işaret ettiği sapmanın üzerine eklenen nefret kültürüyle ve derin bir ayrımcılık siyasetiyle geçti. İktidar karşı devrimini 2023 hedefiyle planlıyordu ama rejimin resmen değiştirilmesi için bu tarihin beklenmesine gerek kalmadı. Değişen rejimde tek adamın iki dudağı arasından çıkan hiçbir bilimsel ve hukuksal dayanağı olmayan fetvalara KHK resmi statüsü vererek yasallaştırma yoluyla Cumhuriyet görünümlü siyasal İslam iktidarı yürürlüğe girmiş oldu. Siyasal İslam ideolojisinin iktidar yolu sağ iktidarlar döneminde “ılımlı İslâm” gibi gericiliği şirinleştiren tanımlarla “ezber bozan” neo liberal aydınların kolaylaştırıcılığı, katkı ve desteğiyle açıldı. Topluma özgürlükler üzerinden verilen mesajlarla İslâm tahakkümüne yani inancın devleti ve toplumu hukuk üstü bir yetkiyle yönetmesine hoş görü yaratıldı.

Distopyanın ütopya üzerinden meşrulaştırılmasına tanıklık ettik. Evet, çelişik değil mi? Bu uğurda laiklik kavramı anlamından ve bağlamından kopartılarak “din düşmanlığı” ile eşleştirildi. Dini ve milli değerler üzerinden inananlar ve laikler, yandaşlar ve muhalifler, üretenler ve üretenin sırtından orantısız tüketenler, itiraz edenler ve biat edenler keskin bir ayrımcılıkla taraf edildiler. Kendi gibi olmayanı ihbar etme hatta cezalandırma sıradanlaştı hatta ödüllendirilir oldu. Toplum geçmişinden, birlikte yaşama ve dayanışma kültüründen, hoşgörü ve vicdanından uzaklaştırıldı. Az ve sade olan kötü, büyüklük ve israf makbul oldu. Tevazu artık naftalinli sandıklarda.

Bilimden, düşünsel üretimden, sanatsal ve kültürel birikimden uzak olanlar kendilerini ele vermeyecek bir cehalete ihtiyaç duyuyorlardı. Eğitim kurumlarında başlayan kadrolaşma ve gerici müfredat uygulamalarıyla yola çıkıldı. Sınıf bilincinin, emek ve üretimin, dayanışmanın baskılarla ve yasaklarla eritilmesiyle devam edildi. Tüm bu süreçte ülkemiz siyasal, toplumsal, kültürel, ekonomik her anlamda her geçen gün gerilemeye devam ediyor. Kapitalizmin sömürüden beslenen çıkar odaklı gücü yanlış ellerde olağan yıkımının da ötesinde bir son hazırlıyor. Bu bir çöküş. Büyük ve gerçek bir dekadansı yaşamaktayız.

Gericilik cehaletten beslenir. Cehalet bilimden, düşünceden, gerçeklerle yüzleşmekten korkar. Tarih feodal düzenin gücünü korumak için din unsurunu kullanmasının acı örnekleriyle dolu. Emekçi sınıfların din üzerinden denetlendiği, inanç üzerinden baskı toplumları yaratılarak direncin ve sorgulamanın kırılması emperyalizm için en her zaman kolaycı çıkış yolu olmuştur. Oysa inanç kutsaldır ve kişiye özel bir tercihtir. Kişinin içindeki iyiliği korumasına yarması beklenir. Tabi manipüle edilmezse. Kiminin zor zamanında sığınma ve huzur ihtiyacına yapıcılıkla yanıt bulabildiği bir uhrevi güçtür. Merhamet, vicdan ve arınma barındırır. Laiklik maneviyatı azımsamaz, yok saymaz aksine korur, destekler. Ancak maneviyatı malzeme ederek baskı kuran, şiddete, cezalandırmaya, katliamlara yol açan özünden kopmuş ve cehaletle cesaretlenen cüretkâr bozulmaya karşı toplumu ve inancın özünü koruyan da laikliktir. Maneviyatın hangi dinde veya tercihte, nerede, kimde bulunacağına, ne şekilde içselleştirileceğine, yaşanacağına ya da sürdürüleceğine karışmaz. Bağnazlıkla dindarlık farklıdır. Buna bağlı olarak da İslam ile Siyasal İslam farklıdır. Burada İslam’ın ya da herhangi bir dinin içeriğini tartışacak değiliz. Esas olan her hangi bir inancın kutsallığının dayatılamayacağıdır. Din önderlerinin toplumsal yaşamı kendileri gibi düşünmeyen, inanmayan insanlara cehennem etmek için kutsallar üzerinden adım atamayacağı; dini araçsallaştıranların kişisel güç ve servet edinmesini önleyici özetle yönetim biçimini şekillendirmeyeceği başkaları üzerinde tahakküm kurmayacağı bir düzenin sağlanması ve korunması gereklidir. Çağdaş bir dünyada demokrasi düzeninin olmazsa olmazı sosyal, siyasal ve kültürel hayatı koruma altına alan ise laikliktir.

İşte bizim açmazımız tam burada başlıyor. Bir siyasal İslâmcı demokratik seçimleri savaş/cihad, muhalifleri düşman/kâfir olarak görür. Ona göre savaş hiledir ve kazanmak için her türlü yalan söylenir, iftira atılır, manipülasyon yapılabilir. Helâldir. Siyasal İslâmcı toplumsal vicdan ve ahlak kavramlarını umursamaz. Buna en iyi örnek yıllardır, "benim başörtülü bacılarımı üniversiteye almadılar" diyerek siyaset yapan din tüccarlarının, "kız çocuklarını okutmayın, çalıştırmayın, tek başına sokağa çıkartmayın" diyen bir tarikat lideri için gözyaşı döküyor olmasıdır! Dün “cami yaktılar”, bugün “camide içki içtiler” yalanlarıyla toplumsal tahrikten medet ummaktır.

Geçtiğimiz günlerde siyasal İslâmcı bir siyasetçinin attığı tweet kendiliğinden durumu özetler nitelikte değil mi? “Yemin ediyorum şu dilden nefret ediyorum. Birisi “siyasal İslamcı”, “dinci”, “siyasal dinci” dediği zaman diyenin kafasını duvara sürtüp ateş çıkartasım geliyor. Çünkü son derece mantıksız, gram mantığı yok.Bu kadar saçma ve aptalca bir kavramsallaştırma ve genelleme olamaz.” Esasında siyasal İslâm tam da bu kişinin “şimdilik” ve en hafif şekliyle kendisi gibi düşünmeyen birisinin kafasını duvara sürtüp ateş çıkartma duygusunu ve dürtüleri kapsayan ideolojidir. Bu dürtüleri eyleme dönüştürenlere de eylem dozuna göre dinci, gerici, yobaz, bağnaz, barbar, cihadist, şeriatçı denir. Bu örnek tweetin sahibi pek çok paylaşımında laiklere “laikçi” demekte beis de görmüyor. Hatta sürekli olarak ana muhalefet partisini laiklik kafasından çıkamamakla suçlayarak ittifak içinde yer alan kendi partisini de eleştiriyor. Cemaat ve tarikatları çocuk istismarı nedeniyle mercek altına alanlara verip veriştiriyor. Onları “din düşmanlığıyla” suçluyor. AKP’den kopan oyları kapmak için ittifak dışında ve bağımsız bir alternatif olmak için oldukça sivri, fanatik denebilecek bir dille yukarıda bahsettiğimiz tarafları keskinleştirirken kendi savını koşulsuz kabul olarak gören bir taraftara dönüşüyor. Kişisel bir polemik peşinde değilim. ( Örneklerimde isim/ler vermeme sebebim örneklerin bağlamı dışında bir tartışmayı yararsız bulmam. )Bir diğer örnek iktidarın kalemlerinden birinden olsun; "Cemaat üzerinden, tarikat üzerinden geliştirilen düzen olmasaydı Fener Rum Patrikhanesi İstanbul'un İslami kimliğini dümdüz edecekti" gibi arkasında hiçbir bilimsel, tarihsel bağ olmayan bir savla “laikler beyinsiz adamlar. Beyin özürlüler, beyin özrü olmasa laik olmaz zaten. Beyin sorunu var orada" sözleriyle televizyon kanallarında tek taraflı çok konuklu “tartışma” programlarında topluma düşmanlık aşılanıyor. İktidarın oyunu elde tutabilmek için başvurabileceği tek şey cehalet.

Öte yandan tarikat liderinin cenazesindeki kalabalık üzerinden “yüzbinlerin hüsn-ü şehadeti”nde “Türkiye'nin özü”nü bulurken bu cenazeye kadınlar gelmesin açıklamasını, ölen şeyhin kadınları açıkça hedef gösterişini, metalaştırışını eleştirenlere “bizim ölülerimize saygı duymayanlarla iki cihanda hesaplaşacağız” diyerek hep haklı ve mazlum olma çabasına şaşırmamak mümkün değil. Cenazenin kat be kat fazlasının sokaklarda sel olduğu Sivas katliamında yitirdiklerimizin cenazesinde ölenlere saygı duymuş, şeyhin tabutunu omuzlayan Cumhurbaşkanının özel affıyla serbest kalan katile tepki göstermiş gibi tuhaf bir pişkinlik. Siz hiç Nakşibendi katliamı, Aczmendi katliamı duydunuz mu?

“Özgürleşerek birlikte yaşamak” gibi afili cümlelerle kadın düşmanlığı, çocuk istismarıyla bilinentarikatlara hoşgörü istemek methiyeler düzmek gerçeklikten kopuk bir fanatizmden başka bir şey değil.

Bu örneklerin tersinden de bakalım. İsteyen istediği cenazeye katılır. Bu cenazeye katılanları hedefe koymak ya da yargılamak, cezalandırmak da onların dürtülerinden farksız. Ancak buradan başkalarının hayatına müdahaleye hoşgörü beklemek en hafif tabiriyle hadsizlik. Hoşgörü ile bir arada yaşamak için ihtiyacımız sadece hukukun üstünlüğü ve laiklik güvencesiyle anayasal hakların ihlalini engellemektir. Dinin diyanet güvencesinde bir güç unsuru olmasının önüne geçmek ve anayasal suç işleyen yapılanmaların kapatılmasını sağlamak kimsenin inancına müdahale etmek değildir. Bu çok sarih ve net.

Cumhuriyet, aydınlanma devrimlerinin sağlıklı şekilde yerleşmesinden önce gericilerin kıskacında tahrip edilerek ilk yüz yılını tamamlıyor. Güçlü mayasıyla direnen bu emaneti Atatürk’ün çağının önünde vizyonuyla öngördüğü yere çağdaşlaşma ve ilerlemeden korkmadan taşımaktan başka çaremiz olamaz.