Bugün yaşadığımız tam da budur. Yeni anayasa da tam da bu sebeple yeniden gündeme alındı. AKP’nin köktendinci toplum mühendisliğinin yakın tarihimizdeki gelişimi ve yükselişini, Aydın Cıngı’nın buna neden olan sosyolojik olgular ve muhalefetin yanlış siyasi adımlarıyla yol açışını da içeren perspektifiyle okumanızı öneriyorum.

Siyasal İslamın Cumhuriyet ile Kavgası*

ZEYNEP ALTIOK AKATLI

Türkiye yeniden yeni bir anayasa hazırlığının içinde. 2017 yılında Meclis’te muhalefetin sorularına yanıt verilmeksizin adeta yarış varmışçasına sıkıştırılmış ve sabahlara kadar süren ve sınırları zorlayan mesaiyle AKP’nin rejim değişikliği anayasası kavga dövüş kabul edilmişti. Şimdi, çok değil üç yıl sonra yine somut verilere dayandırılan net bir ihtiyaç tanımı ve gerekçe olmaksızın yeniden yeni bir anayasa için düğmeye basıldı. O gün söylemiştik; ülkenin temel sorunlarını öteleyerek gündeme alınan bu anayasanın geniş toplumsal mutabakatı olmayan, tek sesli hak ve özgürlüklerini savunmak zorunda bırakılan toplum kesimlerini duymayan, emek ve demokrasi güçlerini dışlayan yapısıyla sadece kendi ihtiyaçlarını gözeten tek adamın gününü kurtarmaya hizmet edeceğini. Görülüyor ki sınırsız yetkilerini sınırlı bulan “yeni Türkiye’nin” yeni rejiminin başkanı, kendi adamlarının paldır küldür, itiş kakış meclisten geçirdiği anayasayla getirdiği ılımlı İslâm aldatmacasıyla güçlendirilmiş düzenlemelerle yetinemiyor.

Cumhuriyet’in ilanından bu yana karşı devrim hayalini cemaat ve tarikatlarda yuvalanarak diri tutan gerici zihniyetin iktidara yürüyüşüne ilişkin planlı adımlarını ben 1993’te yaşadığım ortaçağ deneyiminin izleriyle anlatma gayretindeyim. Siyasal İslâm örgütlülüğünün iktidara gelirken darbelerle mücadele ederek daha özgür, daha demokratik bir Türkiye için öncelikle darbe anayasasın değiştirme vaatlerini destekleyen kullanışlı aydınların, ‘yetmez ama evet’ çığırtkanlarının AKP’nin Avrupa Birliği lobilerinde karşılık bularak batının da desteğini almasına katkı sunan yanılgısını ise 2002’den beri somut gerekçelerle anlatıyor ve en ağır şekilde deneyimliyoruz.

Bildik bir cümle: Hiçbir şey birden bire olmadı. Söylemesi çok kolay, sık duyuyoruz ama ne kadar anlıyoruz acaba? Gerici ve dinci hareketin demokrasi ve aydınlanmayı hedef alan her adımı özellikle de “laiklik tehlikede değil” aymazlığında olan muhalefet ve aydınlar tarafından “münferit marjinal çıkışlar” olarak görüldü ve tepkisizlikle meşrulaştırıldı. İtirazlar AKP’nin tanımladığı toplumsal değerlere göre dile getirildiği, iktidarın diliyle yapıldığı ortamda karşılıksız ve etkisiz kaldı.

“Değiştim” diyen Erdoğan ve laiklik karşıtlarının değişmediklerini, Siyasal İslam’dan güç alan “dönüşüm” planının iktidar partisi programına aktarıldığını, Cumhuriyet Türkiye’sini ve Atatürk’ün çağdaş sistemini adım adım hedef alan gerici saldırıların, toplumsal demokratik refleksleri nasıl yok ettiğini ‘İçi Boşaltılan Cumhuriyet ve Laiklik’(Tekin Yayınevi) kitabımda ele almıştım. 18 yıllık AKP iktidarının bu “münferit” Cumhuriyet karşıtı saldırılarını “Medya, Eğitim, İktidar-Bürokrasi-Yerel Yönetimler, Kadın, Kültür Sanat, Çocuk İstismarı, Satılan Cumhuriyet Yatırımları” alt başlıklarıyla kategorik olarak ortaya sermeyi amaçlamıştım. Bu kitabı hazırlarken deneyimine ve bilgisine başvurduğum Aydın Cıngı, Tekin Yayınevi’nden çıkan son kitabı ‘Siyasal İslam’ın Cumhuriyetle Kavgası’nda AKP öncülüğünde otoriterleşme sürecini çok yakın tarihimizden örneklerle analiz etmiş.

2017 anayasa değişim sürecini irdelerken “şu anda AKP ve MHP ortaklığının yapmak istediği, üst kademede birkaç kişinin uygun gördüğü bir düzenlemeyi toplumun bütününe dayatmaktan ibarettir. Rejimi değiştirme yolundaki bu belge -bırakalım toplumun mutabakatını- toplumun tüm muhalif kesimlerine yani yarısına rağmen dayatılıyor. Yürürlüğe girdiği andan itibaren karşısına geçecek “dışlanmış/mağdur” kesimi şimdiden üretmiş durumda. Toplumda gerilim kaynağı olacak ve sürdürülebilirliği yok” saptamasını yapmış. Bu anayasa yürürlüğe girdiğinden beri ülkemizin tüm sorunları derinleşti, mağdurlar ordusuna yenileri eklendi. Otokrasinin çözümsüzlük ve yönetemeyişle kendi çekirdeğinde bile oy kaybı yaşamaya başladığında bizler için sürdürülebilirliği olmayan anayasa artık kendisi için bile sürdürülebilir olmaktan çıktı. Güçlerini yeniden tanımlamaya, baskısını artırmak için de meşrulaştırmaya ihtiyacı var. Aydın Cıngı “düzenlemenin amacı “tek adamı”, karşısında oluşmuş bir siyasal husumet cephesine karşı her anlamda güvenceye almak ve yapılış sürecine katmadığı üretici ve dinamik toplum kesimlerini sessiz katmanların pasif “olur”una dayanarak “gütmek.” Bir oligarşik yapının, eğitimsiz bıraktığı yığınların sessizliğine yaslanıp kendini vergileriyle besleyen üretici kesimlerin değer yargıları üzerinde tepine tepine hüküm sürme çabası sürdürülebilir değildir. İktidara konumunu koruyabilmek için her gün daha çok baskı ve şiddet gerekecektir. Bunun da siyasal literatürde adı “faşizm”dir” diyor.

Bugün yaşadığımız tam da budur. Yeni anayasa da tam da bu sebeple yeniden gündeme alındı. AKP’nin köktendinci toplum mühendisliğinin yakın tarihimizdeki gelişimi ve yükselişini, Aydın Cıngı’nın buna neden olan sosyolojik olgular ve muhalefetin yanlış siyasi adımlarıyla yol açışını da içeren perspektifiyle okumanızı öneriyorum. Cıngı kitabında; siyasal İslam’ın Türkiye’ye yönelik iddiasını, AKP’nin kimliğinde somut biçimde ortaya koyduğu 12 Eylül 2010 Referandumu’ndan 2020 sonlarına değin geçen süreyi, üç ana bölümde inceliyor. Cumhuriyet kurumlarını ele geçirme süreci, FETÖ’yle bozuşma ve darbeden darbe üreterek muhalefeti yıldırma süreci ve tek adam rejimini oluşturma yolunda ülkeyi yok etme süreci.

Çıkış için önce bellek ve bilgi sonra da “o Kürt, öbürü Ülkücü türünden bahanelerle ayrışmayıp sesini yükseltme zamanıdır.”

*Aydın Cıngı / Tekin Kitabevi